Perşembe, Eylül 25, 2008

YİRMİBEŞnoktaDOKUZnoktaİKİBİNSEKİZ

BURADA NORMALDE BİR RESİM OLACAKTI
AMA MANTIKSIZLIK SİLSİLESİ
SANSÜRCÜ ZİHNİYET
TEK HÜCRELİLİĞE İMRENİŞ
BUNU BURADAN
MESAİ DAHİLİNDE
YÜKLEMEME İZİN VERMEDİ
NEDEN?
YASAK
PEKİ AMA NEDEN?

Size hangi isminizle hitap etmemi istersiniz? Nurettin? Mert? Ne fark eder ki? "Okulda nasıl "olmam" gerektiğini öğrettiler (!!) Düşünürken, yazarken, davranırken saf olmayı... Pek de başarılı olamadılar, yapmayı arzuladığım her şey için. Ne zaman, nerede, ortak bir şeyi olan birisi bile... Bu, bu, bu günah. Günah. Yapmış olduğum her şey, yaptığım her şey, bulunduğum her yer, gideceğim her yer. Günah."* Yatağımdan kalktığımda bu sefer farklı olacağını sanmıştım oysa ki. Basit bir çocuk oyunu bu. Sanmak. Hayal etmek. Sonra asık suratlar. Uzay boşluklarını, hacimsel boşlukları takmadan etlerini üstüme sürtenler. Sürtükler. Sürüngenler. Ağızları nasıl da aşağı akmış öyle. Korkunç, ifade edilemez düzeyde. Ben ise kırmızı süveterimle... Altında kareli kırmızı gömleğim ve ayakkabılarım. Ne kadar da kırmızı kırmızıyım. Evet, o sevmediğin kırmızıdan. Orospu gibi. Sayfalar öncesinde bir yerde bıraktığım gibiyim. Süveterimi o günler için giydim. Neleri geride bırakmışım? Düşünmek bile istemiyorum. Sürekli bir hastalık var üzerimde bir de bu aralar. Tüm bu eküri gücenmeleri, ivedi serzenişler yetmezmiş gibi fizyolojim de bana çekimser davranıyor. Kendi ağzıma sıçamam ki! Zor olurdu ama olsa iyi olurdu, akıllanırdım. Sıçıp sıvazlardım. Vagonun otomatiğe bağlamış kapıları açılıyor. Dışarıdakiler (yoksa içeridekiler mi) kapıdan bana doğru geliyorlar. Ben ve tarafdaşlarım kenarda sıralanıyoruz. Bir şölen, bir düğün misali. Tek sıra diziliyoruz. Eğilip reverans yapmadığımız kalıyor bir tek. Buyrun efendim, ortadan geçin. Ortada kuyu var yandan geçin. Ama lütfen sürtünmeyin. Sonra herkes rondu, rolünü iyi bellemiş olarak bir bilemediniz iki hamlede diğer tarafa geçiyor kapıdan. Şimdi güvendeyiz. Ve ani bir fren. Çantalar düzeltiliyor, ani ivme ile düşen çocuğu annesi dövüyor bir de. Herkes üfleyip püflüyor. Ama yapacak bir şey yok. NEDEN? Kabullenmişiz. Ruhum daraldı. Ruhum içimi cimcikliyor (cimciriyor mu yoksa, her ne boksa...) ve kanırtıyor. Bu yola ait miyim diye dürtüyor. Sonra bir rüzgar dışarıda. Ortalık kızılca kıyamet. Ama herkes uykulu, ağızlar aşağıda hala. Pastanede aynı tarz çörekler ve poğaçalar. Ne kadar rutin. Çay bile her üç bardağa bir poşet tarzında. Kahretsin. Şimdi harfleri barındıran klavyeme bakıyorum da. Ne kadar tozlu. Harflerin alt kısımları tozlanmış. Gres yağına bulanmış tozlar gibi. Ben gibi. İçim gibi...

Yarın nasıl olacak? Kendime nasıl hitap etmeliyim? Nurettin? Mert? Her ne boksa...

* "It's a Sin" - Pet Shop Boys (bir kısmının çevirisi işte ne olacak)

Çarşamba, Eylül 17, 2008

Monolog


Yine bacaklarıma bulaştı çikolata
Sende ara sıra çikolata kisti
Getir mideme indireyim bir lokmada
Seni

Bacaklarımı yalasam
Yalasam yalasam
Ayıp olur mu?
Hazır yalarken
Hazıra kaçar mıyım?
Araya kaçar mıyım?

Yine uzaktan kumandam yapış yapış
Sende ara sıra beni
Konuş "hohlayım" ahizeye
Nefesine

Gözlerimi kapasam
Baş parmaklarımı oynatmasam
Zevki olur mu?
Kalp krizi geçirir gibi
Ya da boğulur gibi
Tepinir miyim?

Salı, Eylül 16, 2008

Ne Taraf


Ben seni
İbret olsun diye
Avluda yıkadım

Ağladın...

Yarın da bugün gibi olacaksa
Hiç olmasın varsın

Şimdi söyle
Ne tarafa gidelim?

Cuma, Eylül 12, 2008

Yanılsama

"boşa... tornistan hatta...
kafaya koymuşsun
ben de (zavallı) bir çocuk
ağlak ağlak peşin sıra...
anlamazlar / anlamasın hatta
"

seni seçtik
bizden olmayasın diye
daha da özeli
benim gibi olmayasın diye
olmamalısın çünkü
yanağında yaş
alnında ter olmamalı
alnında ter olabilir aslında
bizden olmayacaksın ya
ani kaş çatışları lazım
istemsiz mimikler
sevmeye engel
ama sevdiren cinsten

seni seçtik
yerlerde sürünesin diye
daha da güzeli
benim kontrolümde olasın diye
olmalısın çünkü
taşan kan azıcık
ağzında küfür olmalı
aslında karşı koymalısın
bizden olmayacaksın ya
ani boyun eğişleri lazım
alıştıkça alışmalar
sevilmeye engel
ama müptela gibi