BURADA NORMALDE BİR RESİM OLACAKTI
AMA MANTIKSIZLIK SİLSİLESİ
SANSÜRCÜ ZİHNİYET
TEK HÜCRELİLİĞE İMRENİŞ
BUNU BURADAN
MESAİ DAHİLİNDE
YÜKLEMEME İZİN VERMEDİ
NEDEN?
YASAK
PEKİ AMA NEDEN?
AMA MANTIKSIZLIK SİLSİLESİ
SANSÜRCÜ ZİHNİYET
TEK HÜCRELİLİĞE İMRENİŞ
BUNU BURADAN
MESAİ DAHİLİNDE
YÜKLEMEME İZİN VERMEDİ
NEDEN?
YASAK
PEKİ AMA NEDEN?
Size hangi isminizle hitap etmemi istersiniz? Nurettin? Mert? Ne fark eder ki? "Okulda nasıl "olmam" gerektiğini öğrettiler (!!) Düşünürken, yazarken, davranırken saf olmayı... Pek de başarılı olamadılar, yapmayı arzuladığım her şey için. Ne zaman, nerede, ortak bir şeyi olan birisi bile... Bu, bu, bu günah. Günah. Yapmış olduğum her şey, yaptığım her şey, bulunduğum her yer, gideceğim her yer. Günah."* Yatağımdan kalktığımda bu sefer farklı olacağını sanmıştım oysa ki. Basit bir çocuk oyunu bu. Sanmak. Hayal etmek. Sonra asık suratlar. Uzay boşluklarını, hacimsel boşlukları takmadan etlerini üstüme sürtenler. Sürtükler. Sürüngenler. Ağızları nasıl da aşağı akmış öyle. Korkunç, ifade edilemez düzeyde. Ben ise kırmızı süveterimle... Altında kareli kırmızı gömleğim ve ayakkabılarım. Ne kadar da kırmızı kırmızıyım. Evet, o sevmediğin kırmızıdan. Orospu gibi. Sayfalar öncesinde bir yerde bıraktığım gibiyim. Süveterimi o günler için giydim. Neleri geride bırakmışım? Düşünmek bile istemiyorum. Sürekli bir hastalık var üzerimde bir de bu aralar. Tüm bu eküri gücenmeleri, ivedi serzenişler yetmezmiş gibi fizyolojim de bana çekimser davranıyor. Kendi ağzıma sıçamam ki! Zor olurdu ama olsa iyi olurdu, akıllanırdım. Sıçıp sıvazlardım. Vagonun otomatiğe bağlamış kapıları açılıyor. Dışarıdakiler (yoksa içeridekiler mi) kapıdan bana doğru geliyorlar. Ben ve tarafdaşlarım kenarda sıralanıyoruz. Bir şölen, bir düğün misali. Tek sıra diziliyoruz. Eğilip reverans yapmadığımız kalıyor bir tek. Buyrun efendim, ortadan geçin. Ortada kuyu var yandan geçin. Ama lütfen sürtünmeyin. Sonra herkes rondu, rolünü iyi bellemiş olarak bir bilemediniz iki hamlede diğer tarafa geçiyor kapıdan. Şimdi güvendeyiz. Ve ani bir fren. Çantalar düzeltiliyor, ani ivme ile düşen çocuğu annesi dövüyor bir de. Herkes üfleyip püflüyor. Ama yapacak bir şey yok. NEDEN? Kabullenmişiz. Ruhum daraldı. Ruhum içimi cimcikliyor (cimciriyor mu yoksa, her ne boksa...) ve kanırtıyor. Bu yola ait miyim diye dürtüyor. Sonra bir rüzgar dışarıda. Ortalık kızılca kıyamet. Ama herkes uykulu, ağızlar aşağıda hala. Pastanede aynı tarz çörekler ve poğaçalar. Ne kadar rutin. Çay bile her üç bardağa bir poşet tarzında. Kahretsin. Şimdi harfleri barındıran klavyeme bakıyorum da. Ne kadar tozlu. Harflerin alt kısımları tozlanmış. Gres yağına bulanmış tozlar gibi. Ben gibi. İçim gibi...
Yarın nasıl olacak? Kendime nasıl hitap etmeliyim? Nurettin? Mert? Her ne boksa...
* "It's a Sin" - Pet Shop Boys (bir kısmının çevirisi işte ne olacak)