Çarşamba, Eylül 30, 2009

Teknik Açıdan İhlal Edil! Sonra Yeniden Başla!

Kendine bir kullanıcı adı seç!
Bir avatar bul!
Renk seç!
Bir teman olsun!
Para ver ki seni daha özel yapsınlar!
Palyaço ol!
Seni boyasız palyaço yapsınlar!
Kirpik taksınlar!
Götündeki kıllar gibi kirpikler taksınlar!
Benlerini aldır!
Benliğini aldır!
Starbucks'a git!
Gloria Jean's Coffees'e git!
Tribeca'ya git!
İki gram kahveye en aşağı 5 TL öde!
Götünü kaldırsınlar!
Geri dönüşümlü peçeteler!
Daha az ağaç kestiren el yakmama aparatlarından kullan!
Fındık aroman unutulsun!
İtiraz et!
Heyt be!
Müşteriye bak!
"Özür dileriz efendim, yenileyelim" dedittir!
Senden büyük yok buralarda!
Sadrazamın testislerinden fırla!
Çok çikolatalı keklerden ye!
Zorda kalırsan kekele!
Yabanmersinleri ye!
Bilmesen bile ye!
Biliyormuş gibi görün!
Yeme yedir!
Dışarı taşanları iyice yedir!
Üstüne, başına, ağzına yedir!
Göğüslerini dik gösteren sütyenlerden kullan!
Aletini seksersiz yaptıran cihazlara yerleştir!
Masaj koltuklarına otur!
Masaj kaltağı ol!
Mesaj kaygın olsun!
Kısa mesaj at!
Kısalt!
Hapı yut!
Zayıfla!
Hapı yut!
Güzelleş!
"Anı, gözü dağıttı" desinler!
Köpek al!
Balık al!
Tavşan al!
Sokağa at!
Kendini de at!
Kullan at!
Bir kullanımlık bunalım fahişesi ol!
Ertesi gün savaşçı kesil!
Kablosuz alana gir!
Sonra sana girsinler!
Daha hızlısını seç!
En hızlısını!
En acısızını!
En yalancısını!
Yalan ol!
Milyonlardan birisi ol!
Kolay ol!
Üç al!
İki öde!
Öc al!
Götünü yırt!
Duyur sesini!
Öyle ya da böyle yap bir şeyler!
Çabuk ol!
Bir alan adın olsun!
Seni alan olsun!
Senin adın olsun!
Teknik ol!
Teknik açıdan ihlal edil!
Termostatın olsun!
Isınınca at!
Isın ve at!
Isır ve at!
Hiç olmamış gibi farz et!
Sünnet ol!
Sünnet et!
Sonra yeniden başla!
Sonra yeniden başla!
Sonra yeniden başla!
Sonra yeniden başla!
Sonra yeniden başla!
Sonra yeniden başla!
Sonra yeniden başla!

Posted via email from Amma yedin be!

Salı, Eylül 29, 2009

Sinop Turu: Ankara'da Doğup Büyüyen Bir Sinoplunun Gözünden Sinop

Ankara’da doğup büyüyen ama Sinop’u asla ihmal etmeyen bir Sinoplu olarak Sinop’u merak edenlere, görmeyenlere dilim döndüğünce tanıtmaya başladığım yeni bir site hazırladım. Bu sitedeki her bir kelime, her bir fotoğraf, her bir yorum, benim gözümdeki Sinop’u merak edenlere anlatacaktır.

Evet, bazılarına bıkkınlık ve baygınlık ve şaşkınlık veriyor olabilirim ama Sinop'a inanılmaz derecede aşığım. Ne gelir elden?

Baylar bayanlar, karadenize kayanlar, merakına merak katanlar... İşte karşınızda "Sinop Turu"... 

Posted via email from Amma yedin be!

Çarşamba, Eylül 23, 2009

Elbezlerinin ve yünden el ile uzun zaman içinde, provasız örülmüş süveterlerin hüküm sürdüğü dönemlerde olmak

En çok elbezlerinin ve yünden el ile uzun zaman içinde, provasız örülmüş süveterlerin hüküm sürdüğü dönemlerde olmalıyım gibi geldi birden bugün bana. Soğuktan yanaklarımın parça parça kızardığı, terden ense saçlarımın lüle lüle olduğu dönemlerden bahsediyorum. Ağı sökülmüş pijama altım ve üst bantları vida ile tutturulmuş kan kırmızısı, klasik Ceyo terliklerimin vazgeçilmezim olduğu dönemler. Evvelden biraz önce hani...

Sayı doğrumda işaretlediğim bir aralık var. O aralığa girmeden önceki dönemin silik soluk, bir öncekini melankolinin sapına kadar hatırladığım dönemden fersahlar sonrasındaki bir dönem.

İşte bu satırlar o döneme ait, o dönemden.

Yumurtanın sahanda en cıvık kalan kısmı sümük işte basbayağı! Ağladığım zaman (o dönemde) ağzımdan burnumdan fışkıran sümük hem de. Donuk protein. Kullan at bezler yok. Yıka kullan. Üçgen muşamba. Pişik.

Her ne zaman yeniden başlasam bir damla tentürdiyot yetecek gibi ama aslında litreler dolusu kanı emecek kadar hidrofil pamuk gerekli. İyotlu tuz gerekli ayık kalmam için yahut kaya tuzu.

İşte bu satırlar o döneme ait, en basitinden bir iki sarsma ile yutmaya hazırlandığım oyuncak parçalarını göğere göğere püskürttüğüm bir dönem.

Verin elime basit bir pastel boya, bir de en adisinden teksir kağıdı. Koca ağızlarınızı çizeyim yine. Sahte incilerinizi resmedeyim.

Kendine sakadığın sırlar da sır sayılır mı? Yani kendin için ve bir tek kendinin bildiği? Sayılır bal gibi. Dişlerin değişmemişken henüz, sayılır...

En çok beyaz sabunla köpürtülen sabunlukların ucundan damlayan köpüklerin omurilik soğanımdan aşağı aktığı dönemlerde olmalıyım gibi geldi birden bugün bana. Hani sırtı sabunlatmak için birisini banyoya çağırdığında, kapının açıldığında, sırtındaki tüm tüyleri diken diken eden o eşsiz rüzgarı hatırladığım o ilk zaman.

Annnneeeeeeeeeeee! Bittttiiiiiiii! Silebilirsin!

Bir, iki, üç, dört, beş, altı, yedi ve sekiz
Dokuz, on, onbir, oniki, onüç ve ondört
Onbeş, onaltı, onyedi ve onsekiz
Ondokuz, yirmi, yirmibir, yirmiiki ve yirmiüç
Yirmidört, yirmibeş, yirmialtı ve yirmiyedi
Yirmisekiz ve yirmidokuz...

Posted via email from Amma yedin be!

Cuma, Eylül 04, 2009

Forward = "Sana gelen bana gelsin oy oy..."

Hiç bir e-posta "forward" ederken aklınıza geldi mi? Aslında "forward" etmek şu dizelerle bütünleşiyor:

Bu dünyada, senden gayri
Başka kimim var
Sana gelen, bana gelsin oy oy...

Uzun lafın kısası "forward" eşittir "sana gelen bana gelsin oy oy"

Posted via email from Amma yedin be!

Perşembe, Eylül 03, 2009

"Bana bir adet bol razpberiyli fra'puçihnoğ lütfen. Grandey boy olsun."

Bugün Starbucks Bilkent Center'a yolumuz düştü öğle yemeğini müteakip. Sırada böyle boylu poslu endamlı mendamlı (evet evet güneş gözlüklerini geçici olarak kafalarının üstüne koyan tiplerden) bir plaza insanı (tam ama bu tanıma uyuyor, ne bir milim eksik ne bir milim fazla).

Diyaloğu olduğu gibi vereyim, siz okuyun en iyisi:

P.İ.: Merhaba, ben sipariş verebilirim sanırım.
E.K.: Dinliyorum efendim.
P.İ.: Bana bir adet bol razpberiyli fra'puçihnoğ lütfen. Grandey boy olsun. (İngiliz ingilizcesi ile sundae dermişçesine, grande.)
E.K.: Derhal efendim. Krema da olsun mu?
P.İ.: Hayır tabii ki. (Kesin ve kat'i bir tavır ve el işareti desteği ile göğüs kafesi şişirilerek pantolon çekilerek...)
E.K.: İsminiz neydi efendim?

Evet... Hepimiz heyecanla o anı bekledik. Böyle "Dağbeyi", "Haydebre", "Kükrer" ya da "Führer" gibi bir isim bekliyoruz ya hepimiz ama nerdeeeee? Gelen cevap ile hepimiz savrulduk:

P.İ.: Alican.

Sessizlik.

E.K.: Alican bey, yanında yeni bisküvilerimizden de denemek ister misiniz, muzlu ve cevizli?
P.İ.: Oh, hayır.

Lejand:
P.İ. = Plaza insanı
E.K. = Emir kulu

Posted via email from Amma yedin be!

Çarşamba, Eylül 02, 2009

"...'Cos Everyday Hurts a Little More and I'll Do Anything, Yes I'll Do Anything to Belong, to Be Strong, to Say There's Nothing Wrong..."

Okuyucuya (kurbana ya da deri yuzucuye) not: Yine Turkce karaktersiz bir yazi oldu. Yazinin karakteri hakkinda bir yorumum yok ancak karaktersiz ibne diyebilecegim bir suru insan var sagda solda gonul rahatligiyla. "Karaktersiz" ve "ibne" kelimelerine ayri ayri saygim neyin var ama birlestirince bence agzimdan duyabileceginiz nadir nefretli kaliplardan biri cikiyor iste...

Metro treni Akkopru'ye yaklasirken uzakta Ankara kalesi sisler arasindan, Ankamall uzerinde gorunuyor. Bir sabah daha "gunaydin" diyor bana, bir Ankara sabahi daha. Tuhaf ve alayci bir tavir var bu manzarada. "Her seyim bu, gecmisim, simdim ve gelecegim" diyor Ankara... "Neyimi seviyorsan?"

Neyini seviyorum ki? Saysam mi, saymasam mi?...
Benim gibi dusunenler de vardir zannimca...

Ben farkli dusunuyorum ama, cunku var oldugu ve benim uzerinde yasadigim icin degil, altiya kadar sayabildigim icin seviyorum Ankara'yi. (Uzerimde kirmizi t-shirtume vuran isiklar kirmizi telefon kabima yansidikca dinmeyen bir kanamam varmis gibi oluyor ve evet, ayakkabilarim da kirmizi. Yuruyen bir kanama gibiyim.)

Simdi Ulus duraginda durduk. Elimi bilegimden plastik kemente dolamadan ayakta durabiliyorum artik. Fren ile olusan sanki kuvvete karsi koyabiliyorum. Ulus. Eski duragim. Artik inmiyorum burada, sevmiyorum onu, kusum ona. Dolmusculari yamuk yaptilar bana ve kendileri kaybettiler. Artik Kizilay'dan biniyorum dolmusuma, dert yok, tasa yok. Burada sadece para uzatma var, sonrasina karismiyorsunuz. Aciklama, yalvarma, bekleme yok. Tipki Ankara gibi, yalin ve net.

Fark ettim de herkesin uzerine bir blasélik cokmus. Blaséyim aman degmesin yagli boya! (Brian Molko haykiriyor bir yandan... "You're beautiful and so blasé so please don't let them have their way" Hay hay Brian'im Molko'm, hay hay...) Ulan eskiden bi' kendimi zannederdim, etraf izole bant dolmus yahu! Modasi mi gecti bu tavirlarin yoksa modam mi gecti bilemedim. Sastim ve kaldim. Niye kot pantolon giydiysem bugun? Sortun boku mu cikti? Kis mevsimi de sort giyecegim bir sonraki mevsimden tezi yok! Usumem, usursem uzun corap giyerim.

Yaziyi bitirmeden once dun eve yolculugum sirasinda 4 kaza gordugumu belirtmek istiyorum. Azicik yagmur yagdi ve tozu topragi sabuna donusturdu. Kaygelen meydanina dondu her yer. Kuymak kuymak asfalt bezgin benizli kafalarla birlesince kaza saydim abakusumde dort kez. (Ah Aylin abla be... Ne guzeldi o "4 Gun 4 Gece" sarkisi... "4 gun 4 gece yagdi yagmur, 4 gun 4 gece... Olur gibi yapinca... Acim diner mi sence?"

Oyle nefret doluyum ki anlatamam... Hani on parmagimi kesip parmaksiz eldiven giysem usumeyecek ellerim hic, o denli! Fazla da konusmak istemiyorum keza beynimdeki sinirler alti telli bir bas gitarin en kalin teli gibi oldu... Sinaptik bozunmalar mi var nedir? Hayata azicik sintik melodiler katmak adina her sey aslinda ve soyluyorum kuzucuklarim hafif bogaz agrisiyla, siz de soyleyin:

Bu baraji bize yaptim
Bu baraji bize yaptim

Yine ayni yerde kaza yaptim ben
Yine ayni yerde kaza yaptim

En son koydugumda igneyi
Hala birinci sarki caliyordu
Hala birinci sarki caliyordu

Sozlukte yoktu
Bu sozcukleri bize yazdim
Bu sozcukleri bize yazdim

Yine ayni yerden kesik yaptim ben
Yine ayni yerden kesik yaptim

Herkesten nefret ediyorum
Herkesten
Herkesten

Posted via email from Amma yedin be!