Odada bulunan kutsal bir sunağı görmesi ile başladı bu hikaye. Genizden konuştuklarına inandığı o pembe ve tıknaz domuzların arasında bulduğu çamur birikintisine attı sunağı. Evet, gerçekten o küçük ve her birinde üç parmak bulunan elleri ile bir hışımda kaldırdı ve çamurun içine attı. Gözlerinin olması gereken yerdeki kurumuş oyuntular aslında yerde uzanan çamura ne kadar da muhtaçlardı. Bir damla bile yaş üretemedikten sonra kaşların altında olmadıklarına inanmak bilmekten daha fazla zarar veriyordu.
Sunak ona bir hatıra olarak lütfedilmiş olabilirdi fakat bunu bile hatırlayacak durumu yoktu. Bir anda olmuştu herşey. O an sadece çamur içinde oyalanan domuzların genizlerinden gelen hırıltı mevcuttu. Mevcudiyet anlaşılmayan bir dilden ibaretti. Küçük odada küçük elleri ile tek başına olduğunu hatırladığında kalbi kusarcasına atmaya başladı.
Neticede ona bazı şeyleri anımsatmaya çalışan ve kutsal olduğu rivayeti ile çeşitli ruhları taciz eden sunaktan kurtulmuştu artık. Üstelik kaba domuzların arasındaki bir yeri layık görmüştü ona. Hoş bu oda da onundu. Onun varlığının bir parçasıydı. Bu nedenle yaptığı sadece ani bir nefret püskürmesi olarak nitelendirilebilirdi. Çok yazık...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder