Eskiden elimde küçük ama sağlam bir mekanik civciv vardı. Kurma kulağını büyük bir hırsla, dişlerimi gıcırdatarak sonuna kadar çevirirdim. Civcivime hayat vermek, onun bana minnettar kalmasını sağlamak için elimden ne gelirse yapardım. Etten kemikten civcivlerim de oldu aslında fakat hiç birisini mekanik civcivim kadar sevmedim, sevemedim. Belli bir süre peşine takılıyorlardı, seni sevdiklerini zannettiriyorlardı. Yalan tabii. Belli süre sonra korkak gözlerle bana bakar oluyorlardı. Bilirsiniz işte. O daire içinde daire gözleri vardır ya. Giderek büyür ve çıt çıt diye ses çıkaran tırnaklarına ait üçer dallı ayaklarını yerden yavaş yavaş geriye kaldırırlardı ve geri geri benden uzaklaşırlardı. Tabiatı ve kümenin elemanlarını nasıl da korkutmuşuz aslında. Bunu bilmeme rağmen yine de mekanik civcivimi daha fazla severdim. Hayatta karşıma çıkan bir sürü şeyden daha fazla sevdim onu. Kurduğum kadar seviyordu beni, kurduğum kadar bana yürüyor, kurduğum kadar acıkıyor, kurduğum kadar anlıyordu beni.
Tabiatı ve kümenin elemanlarını nasıl da korkutmuşuz. Nasıl da sahiplenmişiz. Güçlüyüz biz. Mekaniği sevişimiz, demirin tadına doyamayışımız. Tabiatı ve kümenin elemanlarını nasıl da korkutmuşuz.
"Bak bu bir silah. Bununla az önce anneni, babanı ve kafesinizi delik deşik ettik. Eğer vakit ve şehvetimiz kalırsa seni de süsleyeceğiz" gibi tabirlere aşina etmişiz ya kümenin elemanlarını. YUVA denen kavramı yıkmışız, kümenin elemanlarının YUVAlarını yıkmışız. Kümesin civcivlerini korkutmuşuz...
Mekanik civcivimi bir sürü şeyden daha fazla sevdim. Kurduğum kadar görüyordu etrafı ne hale getirdiğimizi, kurduğum kadar katılıyordu fikirlerime. Umarsızca GÜLEN, umarsızca EĞLENEN, hayatı sürekli KEYİF içinde tadanları lanetleyişimi ancak kurduğum kadarıyla görebiliyordu.
Binlerce mekanik civcivlerin, onların binlerce kurucularının ve tabiatı ve kümenin elemanlarını korkutanların GEBERmelerini dileyenlerin anısına...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder