Çarşamba, Ekim 21, 2009

Dinliyorum

Kulağımın içi kan, pas dolmuş
Ondan duyamamışım dediklerini
Serçe parmağımı tirbuşon misali daldırınca
Farkına vardım
Açıldı şimdi
Açıldım
Ses olmasa da olurdu ya...

İlla konuşacaksan buyur
Dinliyorum

Başlamadan sen...

Gazozu neyin cam şişeden içerdik eskiden
Teneke bir tek gürültüye yarardı
Şimdi gürültü olmadan dans edemiyorum

Tüm bunlara rağmen konuşacaksan buyur
Dinliyorum

Ocağın altını kısmışım
Kapanmış nice sonra
Şimdi her yer bulanık biraz
Deniz yeşil, orman mavi
Bulut toprak, toprak beyaz

Uykum geldi...

Posted via email from Amma yedin be!

Pazartesi, Ekim 19, 2009

Fanus

Fanusum boş kalmasın diye iki balık almıştık
(Birisi diğeri için)
Farkına varmamışım
Su bulanmış
Balıklar ölmüş.

Şimdi babama bir at ısmarladım
Tahta... Boyalı...
Alır mı acaba?
Bu yeni yıla mı bağlamalıyım umudumu
Yoksa bir sonrakine mi?

Ya sen?
Hala düşünce burnuna kar hapşırıyor musun?

Bebekler de hapşırıyor.
Yüzlerini çizmesinler diye
Eldiven giydiriyorlar bazen.
Ne saçma!
Ben parmaksız eldivenleri severim.
Bacaksızım bir de.
Ondandır belki.

Yeterince ovalarsak
Tüm lekelerimiz birer birer silinirmiş.
Çillerimiz bile.

Yaşasın!
Fanusun boş mu senin?

Sıkıysa aynaya bakarken kendine tükür!
Bak aynayı batırınca annen nasıl kızıyor!

Posted via email from Amma yedin be!

Perşembe, Ekim 15, 2009

Süper Çocuğun Ölümü

Her şeyin bir seveni var benim haricimde.
Her nesnenin.
Arabesk.
İçe dönük.
Pelesenk.

Bir çocuktan daha tehlikeli olan çocuğun çocuk olduğunun farkında olamamasıdır.

Çocuk dediniz, ben fark edemedim.

Nedendir bilinmez (hoş umrumda da değil) ama bu hep böyle oldu, olacak da.
Ben: Herkes için bir oyuncak, bir gazete, bir film ya da bir fotoğraftan çok da fazlası olamayan bir nesne.
İşin komik tarafı da bu vakte kadar fena halde pohpohlanmış olmam:
"Süper çocuk!"

Şimdi sizin yerlere göklere sığdıramadığınız çocuk, ben, kendi başıma kendimi dilimledim az önce.
Duruyorum şimdi.
Alkış.
Belli ki yine yeni bir "aferin" bekliyorum sizden.
Var mı sorusu olan?
Abiler ablalar teyzeler amcalar?

İki çift lafa tav oldum.
Olurum ben.
Kısa süreli geriye sarmalar.
Erimiş bant geriye sarılmaz, dolanır, yapışır, saçmalar, boğuklaşır.

Mikrofondan gelen ses kimin?
Ya aynadaki yansıma?

Yeri geldi ince oldum.
Uzattığım eller havada kalmaz sandım, bal gibi de kaldı.
Pohpohlandım etraflıca.

Çağırdınız geldim.

Mutlaka soracak bir sorunuz oldu.
Mutlaka bir cevap beklediniz.
Yeri geldi maharetli oldum, yeri geldi zeki, yeri geldi çalışkan, yeri geldi uslu, yeri geldi deli, yeri geldi adam oldum.

Rol torbasından çekip çekip başımdan aşağı saçılınca ister istemez zahiri şöhretler yarattım kendime.

Satılık iki kulak.
Satılık iki göz.
Satılık bir ağız (takım dudak, damak dahil).
Satılık bir gırtlak.
Satılık bir Adem elması.
Satılık bir çift kaş.
Muayyen.
İnce çıkma.
Akşam pazarı.

Siz süper dedikçe boşaldı.
Eridi, bitti, kül oldu.
Küstü.
Hiç olmadığı kadar küstü.

Siyahı kim sever ki?
Moru? Maviyi?
Ne biçim bir kombinasyon bu?
Bu ne biçim bir karnaval?

Plastikten bağlar bunlar.
Size ait.
Basit, adi plastik.
Kanser.

Tüh!
Ölak, tüh!

Hatırlamak oldu işim çoğu zaman.
Hatırlanmak ancak masallarda.

Bir çocuktan daha tehlikeli olan çocuğun istediklerini alamamasıdır.

Çocuk dediniz, ben fark edemedim.

Yükleme "kimi" sorusunu sorduğunuzda aklınıza ben geldim.
Ama hiç özneniz olmadım aslında.
Gizli bile olsa.
Ne hikmetse farklı kıldınız.

Süper çocuktan geriye kalanlar!
Satılık bir boyun.
Satılık parmaklar.
Kollar ve bacaklar.
Satılık bir gövde.

Kırmızı.
En kanlısından.
Nar gibi.
En belliydim. Beni belli ettiniz. İşaretlediniz belki de.
Alfa.
Beta.
Bir.
İki.
Gözlerim maviden yeşile döndü.
Saçlarım kıvırcıktan yeme maruluna.
Şimdi dökülmeye başladılar.

Pohpohlarınızla, yalanlarınızla ve gazınızla büyüyen bir çocuk.
Şehrin çocuğu.
Şer.
Endirekt.
Şunun bunun arkadaşı.
Şunun arkadaşının arkadaşı.
Bunlar oldum.
Asla direkt olmadım.

Denizi bildim, rüzgarı bildim.
Kendimi oralarda bir yerlerde rahat hissettim.
Sonra konuşmaya çalıştım, anlatmaya, aktarmaya.
Sus!
Yeter artık!
Meta ilan edildim.
Meta zoru.
Zor oldum en sonralarda.

Süper çocuktan geriye kalanlar!

Kalp yok!
Boştu orası hep!
Boş!

Kof!

Posted via email from Amma yedin be!

Salı, Ekim 13, 2009

Beklerler Şimdi...

En son ne zaman geri dönüş noktası aldım hatırlayamasam da esen rüzgarlarla beraber geri dönüşün uygun ve kolay olacağını tahmin ediyorum. Ne de olsa "liebe ist für alle da" öyle değil mi geberik negatifler?

Internet alemi alem. Alem demek pek de doğru değil aslında. Gördüm, bizzat izledim bazı örnekler. Harbiden dibimde varmış meğer. Çok mudur acaba? Bir çağrı, bir mesaj, tam 12'den, tahtaya? "Oradan tahtaboşa"? Bakalım neler olacak ama karanlık çökünce daha bir güzel oluyor, mumlar vesaire... Tahtaboşu aydınlatan mumlar... Eriyen, ergimiş mumlar...

Soracağım öylesine fazla soru da yok aslında bu geri dönüş ile ilgili. Soru sormaktansa hareket etmek lazım biraz. İsteyen var ise vereceksin. İsteyen deryaymış, denizmiş meğer. Diyorum ya... Tam 12'den, tahtaya isabet!

Zakkum söylerdi de dinlerdim "everything's comin' up roses" derdi sayın Yusuf Demirkol, hatta "everything will flow"... Meğer öyle değilmiş aslında. Geri dönmek gerekmiş. Yani belli başlı bazı şeyler var. Ağız açmadan, hareket etmek lazım. Şimdi neticede biz 24 saatin kaçını ayık geçiriyoruz o önemli. Geri kalan, salyalara, horlamalara ve tıslamalara maruz kalan saatlerde neler olur neler. Hayal hayal nereye kadar değil mi sapına kadar negatifler?

Aynı kanallardan bahsediyorum, aynı koltuklar, aynı mumlar, aynı tablolar belki de. "Pazara gidelim, bir şey alalım, pazara gidip bir şey alıp n'apalım?" Onlarlaymış da haberim yokmuş. Meğer çok erişilebilirmiş. Hırdavat reyonu, temizlik reyonu, bahçe reyonu gibiymiş meğer. Bir daha bir daha derken sabah olacakken hayallere ne gerek var? Alan memnun, veren memnun. İsteyen deryaymış, denizmiş meğer. Hayret!

Boğazlı kazakların, yandan taramalı saçların hüküm sürdüğü vakitlerden bahsediyorum. Internet alemi harbiden alem. Gerçek Dünya'da göz bu, kayar elbet. Aman zemin ıslak! Bir çağrı, bir mesaj ya da bir e-posta ve tüm köpekler ulusun, bağırsınlar! Willy Wonka gibi, Frank'n'furter gibi...

Hani bir şey seçip "işte bunda en iyiyim" diyebilenler var ya. İmrenirdim. Meğer ne gerek varmış. Belli yani, benim hangi arenada "en iyi" olduğum. Belliymiş. Alemmişim de haberim yokmuş. Kontrol bendeymiş meğer. Meşhur olabilirim her an. Kırmızı halılar falan... (Belki beyaz halıları ben kırmızı yaparım, kimbilir?)

Geri dönüş saatlerin geri alınması gibi bir şey değil. En azımdan benim açımdan öyle değil. Spiralden aşağı da olabilir, yukarı da olabilir. Toprağı bol olasıca Freud! En Sigmund'undan... Bunları da dile getirmiş miydi acaba? Yok canım! Analog saat dediğin parmakla geriye gider. Ama ben? Öyle sıradan değil. Tahtaboşa toplayım önce. Varmış ya bir sürü. Toplayım hele! Sonra oradan tahta falan...

"Today is like tomorrow" / "We can build a new tomorrow today"
(Dönüşün ta kendisi işte... Ben demedim, demişler... Beklerler şimdi...)

Posted via email from Amma yedin be!

Pazartesi, Ekim 05, 2009

Alınıyor musun ey güzel hemşehrim, söyle, alınıyor musun?

"At kadehi elinden
Bin parçaya bölünsün
Dökülsün meyler yere
Hatıralar gömülsün"

Dolmuşta şoförün hemen arkasındaki koltuğa oturuyorsan para uzatmaktan sıkılmayacaksın. Buna hakkın yok. 1,80 TL karşılığında bu kadar hizmet verilebiliyor kardeşim. Daha fazlasını istiyorsan o pamuk eller cebine girecek önce sonra taksiye falan binilecek. Cam yarıya kadar açılacak püfür püfür gideceksin. Aksi taktirde o paraları seri üretim bandı gibi tıkır tıkır uzatmaya mecbursun güzel hemşehrim, anlıyor musun?

Yeri gelecek "çök" komutu ile çökecek, "kalk" komutu ile kalkacaksın. Alışacaksın. Bunları kabul ederek, kafanı vurarak girmelisin dolmuşa. Yer kalmamışsa şayet, bodur tabureye oturmasını bileceksin. Kıçının iki yanağı taşacak tabureden. Gidene kadar bir tuhaf olacaksın. Kıçında tabure yüzeyinin minik baklavalı (yahut elmaslı) deseni çıkacak. O kafayı vuracaksın demirlere, cama, koltuğa her kasis manevrasında. Aksi taktirde başka yollar bulacaksın güzel hemşehrim, anlıyor musun?

Alınıyor musun ey güzel hemşehrim, söyle, alınıyor musun?

Yoksa sen hala marketlerden koli koli yumurta alırken etrafına bakıp kendine özel bir karton mu oluşturuyorsun? En irilerine sahip olabilmek için biraz o koliden biraz bu koliden bir karma mı yapıyorsun? Artı eksi ne kadar fark edecek toplam proteinin?

Geberiyor musun ey güzel hemşehrim, söyle, geberiyor musun?

Deniz Seki'yi de salıverdiler. O da kitap yazacak mı acaba? Ne hakkında olacak bu kitap acaba? Tülin Şahin bir kitap daha yazacak mı peki? Ya Derya Baykal? Ya Yaşar Nuri Öztürk? Hepsinden bir karma yapsalar ne de satar aslında... "Yeni Dönem Mitolojileri" olsun adı da... Olmaz mı ey salak hemşehrim, söyle, olmaz mı?

Posted via email from Amma yedin be!

Perşembe, Ekim 01, 2009

Mubeccel'e Gaz

Not: Yine Turkce karaktersiz bir yazi oldu. Yine sabah ise gelirken bir metro vagonunda basladim bu yaziya, sonra dolmusta devam etti. Telefonumu kullanarak yazdigim icin ugrasmadim, Ingilizce kaldi harfler. Cok da umrumda degil artik hani. Eger cok umrundaysa, ey okuyucu, tuttugun (ya da tutacagin ilk sey) sana girsin...

Herkesin cevresinde vardir boyle bir tip. Ya da yoktur. Cogu ailede vardir hatta. Bir kadin karakter. Adina ne diyelim? Sey olsun hadi... Mubeccel. Az once gordum de oyle bir tip. Aklima geldi, yazmak istedim.

Simdi bu kadinin en buyuk ozelligi aile tarafindan feci derecede gaza getiriliyor olmasidir. Hani soyle replikler atilir o ortamda iken ya da onun arkasindan:

"Mubeccel de pire gibi kizdir."
"Ah o Mubeccel yok mu! Ates gibidir."
"Eli bir cabuktur ki."
"Okusaymis alim olurmus."
"Zehir gibi valla!"
"Cayimizi kurabiyemizi eksik etmez hic!"
"Hakkini aramasini bilir."
"Tuttugunu koparir."

Cogu zaman boydan yana da talihsiz olan bu Mubeccel, rotarder freni olmaksizin aile efradinin verdigi bu bilimum gazlarla kendini topac sanarak gezinmeye baslar. Ne bileyim iste metro vagonundan ilk cikan olabilmek icin iter, kakar insanlari. Bir hirka mutlaka vardir uzerinde ki cekistirip goguslerini kapatabilsin. Saclar daginik, yoluk yoluk ama mahalledeki diger "abla"larin yaptigi gibi ya tuhaf bir tokayla ya da kalemle toplanmaya calisilmis. Her ottutturucu laf ve hareket sonrasinda saclarini tekrar elden gecirir, goguslerini orter ve sakizini patlatir. Varsa agziin kenarlarindaki beyaz tukuruk kalintilarini tek elin bas ve isaret parmaklarini "check isareti" yaparak temizler.

Hele bazen ev isinden bunalip belediyelerin el isleri kurslarina katilanlari var ki bunlarin tam akillara zarar oluyorlar. Hayir gercekten "iyi ki okumamissin be guzel ablacigim" diyesi geliyor insanin. Hafif boyle bir irite oldum, yazayim istedim. Var cunku boyle tipler. Ne diyecegini sasiriyor insan. Pek bir gaz bu kadin, bu Mubeccel. Ates gibiymis...

Tamamen gozlemime dayali bir cumleler koleksiyonu bu. Bilmem sizin gozunuzde de canlandi mi boyle bir karakter? Daha dogrusu var mi etrafinizda? Saginizda? Solunuzda?

Not: Mubeccel ismi spontan olarak gelmistir. Tanimiyorum kimseyi ben!

Not: Yagli boya tablo Lucian Freud tarafindan yapilmistir, adi da "Sue Tilley"dir. Ne alaka demeyin! Var yani alaka biraz, az biraz...

Posted via email from Amma yedin be!