Dört duvar arasında, ses çıkarabildiğimi görebilmek, sesimi duyurabilmek için belki de, gargara yapıyorum bol bol: Tuzlu su ile gargara. Tuz bana insan olduğumu hatırlatıyor. Tenden kopmuş gelmiş gibi. Bazen de ilah olduğumu hatırlatıyor. Tane tane dökülürken. Ağzımın kenarlarından taşan köpükler ağır çekim ile yere iniyor. Kopmuş, parçalanmış, zifti görünen marley parçalarına raptiye ile sabitlenmiş muşambaların arasından sızıp tahta kurularının zeminde açtıkları delikleri dolduruyorlar. Ben bunu duyuyorum. Kokuşmuş, çürümüş her ne kadar şey varsa usumda sana, bana, bize, onlara ait... Hepsinin sesini duyuyorum. Daha da fazlası da var:
Çarşamba, Ocak 20, 2010
Gargara / Pikap
Pikabım mesela...
Kesonun üstünde duran pikap zaman zaman ses veriyor bana. Dönmeye başlıyor dertli dertli. Ben ona bakıyorum, o dönüyor. Üstünde kimler dönüyor, kimler... Herkesin bir sesi var, tıpkı benim gibi. Her şeyin bir sesi var ama istediğim gibi değil her şey. Hayal meyal olsun istiyorum çoğu şey, çoğu ses. Dört duvar arasında daha fazlasını istiyorum.
Yaşlı olamadım ben. Ondan mı acaba? İhtiyar görünemedim. "Çal be Müzeyyen Abla" diyemedim. Elime rakı bardağı, genzime anason yakışmaz benim. Ondan mı acaba? Küçükken de yüzüme tıraş köpüğünden sakal yapardım ama sözüm geçmezdi. Sakalla, boyla, kaşla ya da gözle olacak iş değil bu belli ki. Zeminin çürüklüğünden, ihtiyarlığından de fayda yok.
Belden lastikli mavi bir pijama altım var. İşemesi rahat. Saydam, büyükçe bir düğme ile iliştirilmiş işeme alanı. Aynı ihtiyarlarınki gibi. Ama bende bol duruyor. Üstümü de üryan bırakıyorum, dört duvar arasında öyle dolaşıyorum ama olmuyor. Mırıltılarım, görüntüm basit bir taklit gibi. Daha fazlasını istiyorum, olmuyor, olamıyorum.
Ya bu dört duvar dar geliyor bana, ya da benim sesim değil bu. İstediğim gibi büyütemedim ya ben, ona yanıyorum.
Peki ya sen?
Sen ne diyorsun bu işe?
Pazartesi, Ocak 18, 2010
Her şeyin tam tersi kadarını istiyorum
Duvarlar boyanalı sadece bir bahar geçti
Yeni bir deftere ilk harfi yazmak kadar zor
Kazıdığım yaramın içinde başkasının izleri
Her şey tam tersi kadar itici
Ve ben...
Her şeyin tam tersi kadarını is-ti-yo-rum
Ne kadar daha sesli ve ünlü kalır ki "O"?
Ağlayalı beri bir rüya kadar uyku geçti
Akmayı seçen kanı durdurmak kadar zor
Yarı ölü gibi uyutmak kafamdaki tilkilerimi
Her şey tam tersi kadar çekici
Ve ben...
Her şeyin tam tersi kadarını is-ti-yo-rum
Cuma, Ocak 15, 2010
Ninni
Büyükler için yazılmış bir ninni var artık duyabildiğim. Büyüdüm. Ben de duyabiliyorum bir zaman duymak istemediklerimi şimdi. Gözümü kapatan yok artık... Kulaklarımı da... Her şey ne kadar da canlı, berrak. Her şey ne kadar da güzel resmedilmiş. Kan bile daha bir kırmızı. Küfürler havada asılı kalmadan, net bir şekilde kulaklarıma girip zarlarımı titretiyor. Alışmak zor olacak tahminimce. Utanıyorum. Tükürsem mi? Bir şey diyen olur mu?
Önceleri yağmur birikintilerine tek ayağım üzerinde hoplardım, sağa sola su taşardı. Yaramazlık işte... Şimdi o birikintilerde farklı farklı yüzleri görüyorum. Yansıma bunlar. Düşmüş, solgun, kızgın yüzler. Hoplamak olmaz artık, sıçramak da. Artık benim üzerime sıçrama zamanı geldi yaramazlıkların.
Bir hikayenin bir cümlesinin içinde sonsuza kadar kalmayı ne kadar isterdim. Bir alan olsaydı beni... Beni bir yazan... Bir noktanın önüne sığınabilirdim oysa ki. Sonsuza kadar. Şimdi cümleleri yazmak bana kalıyor ki bu çok zor. Belki de en zoru. Renkleri birer birer soldurup cümlelere sığdırmak zor.
Çerçeveden taşmadığım sürece yaşıyor olacağım artık. Büyümek böyle bir şey. Yüzündeki yemek lekelerinin şirinlikten iğrençliğe dönmesi büyümek. Gözündeki yaşların diğer büyüklere haz vermesi büyümek. Yazılanların ve çizilenlerin kötü damgasını yemeye başlaması büyümek.
Çok rahat duyabiliyorum artık. Kendine ait bir düzeni var aslında. Güzel tasarlanmış. Tasarlandıkça büyüyor insan, umulmadık olsabilseydim sonsuza kadar o zaman büyümezdim. Büyüdüm çünkü kapıları büyük yapıyorlar artık. Raflar çok üstlerde. Basamaklar çok büyük. Bunun için büyüdüm zorla. Büyükler için yazılmış bu ninni de bunu anlatıyor aslında. Uyku vakti... Her daim... İyi uykular...
Salı, Ocak 05, 2010
LD50
Seni unuttum
Sen de öldün oracıkta...
Sonra tutuşup atlıkarıncalara koştuk.
Toz, kir, pas ne ararsan artık.
Kar da, yağmur da.
En terkedilmiş vaktinde buluştuk şehrin.
Sen iki yakası bordo kurdele ile bir araya getirilmiş porselen bebeklerden bile daha kırılgandın.
Seni kırdım
Sen de kırıldın oracıkta...
Sonra "kalbim nerede" diye sorduk birbirimize.
Sen elimi alıp kalbine koydun.
"İşte burada" dedin.
Yalandan güldüm.
Sonra,
Sen elini alıp kalbime koydun.
"Kalbim yok" dedim.
Atmıyordu da zaten.
Seni aldattım
Sen de yırtıldın oracıkta...
İçin açıldı.
Sen emerek boşaltılamayan bir zehrin işlediği damarlar yumağından bile daha karmaşıktın.
Seni çağırdım
Sen de uyudun oracıkta...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)