Pazartesi, Kasım 30, 2009

İşaretli Yerden Kesmek

Çünkü önce kendimi kurtarmak istedim. Sen nasıl olsa önceden de boğulmuştun. Karanlık sularla baş edebilecek gücün vardı. Vücudumuz üç bölgeden oluşur çünkü: Baş, gövde, kollar ve bacaklar. Hassas, narin, kırılgan bölgeler.

Kesildiğim kumaşın devamı kalmamış.
Senin kumaşına bakabildiler mi?

Çünkü kullanım talimatlarımız mevcut seninle benim: Bakmaya gerek yok defalarca.

Aynı.

Zorda kalırsan işaretli yerden kesersin. Batmaz böylece...

Posted via email from Amma yedin be!

Çarşamba, Kasım 25, 2009

The Triangular Disturbance

The triangular disturbance I met the other day
My oh my! What a forgotten friend.
What a fiend I am.
Forever tainted, with fractures, obscenity and encompassing:
All the "nothing" I have
and all the "nothing" I believe

For the whole subset of "once upon a time"s
I was reminded of the other day
Burning in circles
Like the stretched legs of a forgotten friend.
With no mercy.

The slightest captured imagery of mine
I met the other day:
The day I found out that:
The first day I remember
Is the last day I'd ever.

Necromantic greetings from the void:
All those with "rotten" flesh
and all the "rotten" memories of mine
Destined to be uncut and unrated
In its full glory.
In its entirety.

I can still see it in its eyes.
What a forgotten chastity of mine:
Dia de los Muertos
Yes. I'd rather call it like that.
I'd rather call myself like that.
The latter one.

I just want to hear it from you.
That's all.

I just want to hear it from you.

Posted via email from Amma yedin be!

Pazar, Kasım 22, 2009

Helmintik

Nocturne In C - Sharp Minor (1830) by Janusz Olejniczak  
Download now or listen on posterous
01 Nocturne In C-sharp Minor (1830).mp3 (5917 KB)

Önce gözlerimi kapattım
Sonra kulaklarımı 4 açtım
Sindirmesi kolay oldu
Çırpınmasaydı bir de

Kesmeden bilemezsin
Hayal kurarken canın acımaz çünkü

Kendi kendime çelme taktım
Düşüp yerlerde ağladım
Sonra baktım etrafım çocuk doldu
Hepsi gülüştüler

Doğru mu tüm bunlar?
Kravatınla kendini astığın doğru mu?

Kitabın cildi bozuldu
Dağıldı sayfalar, dağıttım iyice
Asimetrik duruşumun bir nedeni varmış
Öpücük / tokat isteyen yanağım

Yaşanılan her anın
Kokusu ya da isi kalıyor derinde çünkü

Planım bozuldu zaten
Önce yağmur yağacak sanmıştım
Sonra Güneş ile kuruyacaktım
Yağmuru dindiremedim ben

Serildin mi yere yoksa?
Kurutmuştum ben seni oysa...

Kalbimin sürekli atması ilginç
Bu şehirde elektrik bile gidip geliyor
Ne kadar silersen sil, saklarsan sakla
Öte yanın daha fazlasını istiyor


Herkes üzerinden kör kör uçarken
El sallaman bir şeyi değiştirmez

Posted via email from Amma yedin be!

Pazar, Kasım 15, 2009

Adsız

  
Download now or listen on posterous
15 Untitled.mp3 (3258 KB)

Not: Marilyn Manson'un "Untitled" isimli şarkısının sözlerini Türkçe'ye çevirdim. 1998'e doğru bir yolculuk yaptım. Meğer haklıymışım.

Adsız

En sonunda
"Onlar"laştım
ve onlara öncülük ettim

Ne de olsa
hiçbirimiz gerçekten "İnsanlar" olarak değerlendirilemedik

Hor kullanılmıştık, otomatiktik ve Tanrı'daki "a" kadar boştuk

Duygularımı yeniden iliştirdim
Hücresel ve narkotik

Hollywood'un zirvesinden Dünya uzay gibi görünüyordu
Milyonlarca kapsül ve mekanik hayvanlar
Ölü yıldızlarla dolu bir şehir
ve "Koma Beyazı" dediğim bir kız

Bu benim sonum

Untitled

At the end
I became "them"
and I led them

After all,
none of us really qualified as "Humans"

We were hardworn, automatic and as hollow as the "o" in God

I reattached my emotions
Cellular and narcotic

From the top of Hollywood it looked like space
Millions of capsules and mechanical animals
A city full of dead stars
and a girl I called "Coma White"

This is my Omega

Posted via email from Amma yedin be!

Perşembe, Kasım 12, 2009

Zatülcenp

Her şeyin yap-boz olacağı varmış meğer.
Geberesiceler!
Bela saunasında kilitli kalıp şok havuzunda derin donasıcalar!
.
..
...
....
.....
......
.......
Konimi de hacıladılar zaten!

- Ne? Zatülcenp mi olmuş?
- Oh be!

Posted via email from Amma yedin be!

Çarşamba, Kasım 11, 2009

11 / 11

Not: Yine Turkce karaktersiz bir yazi oldu. Sabah ise gelirken bir Metro vagonunda baslayan bir yazi...

METAL, STONES, GRAY... THAT'S PRETTY MUCH EVERYTHING IN HERE

Kulu bol grili bu sabah. Balgam kivaminda. Soguk iste tahmin edebileceginiz gibi. Sobalarin kuruldugu bir deniz kenari mahallesine ait olmali aslinda bu hava. Parke taslardan yururken derme catma evlerin bacalarindan tuten isli duman cigerlerinize islemeli. Koltuk altlarinda rulo yapilmis gazetelerle insanlar olmali. Oysa burada Metro vagonlarina dogru hummali bir kosusturmaca var. Yeni guz ve yeni Ankara iste bildiginiz gibi. Boyle bir sabahin insanlari uyanmislar da yola koyulmuslar, ve de ben.

Acele ile tiras olmus vagonda uyuklayan abi. Sol favorisinin hemen altinda sig sayilabilecek derinlikte bir kesi, yavas yavas kapanmaya baslamis. Hafif parlak, kan kirmiziligi kalmamis, fumelenmis yag gibi duruyor. Tek bir hamle ile yapmis olmali. Gri guz Ankara sabahini dusunerek ya da olmak istedigi adam olamayisini ya da ozledigi bir seyi dusunerek yapmis olmali ya da tiras bicagini degistirme vakti gelmis. Emin degilim bu defa.

Hemen onumde oturan abla da uyukluyor. Aksam dogramali bir sebze yapmis. Bas parmaklarinin iclerinden anladim. Bicak ile elde sebze dograyinca boyle cizikler olusuyor. Kafasinda iki tane ozensiz tutturulmus toka. Kucaginda bir kitap var, arka kapagi uste donuk, belli ki sakliyor merakli gozlerden, benden, okudugu kitabi. Arka kapakta soyle bir seyler yaziyor: "...o kalp seni cok sevdi, o kalp simdi talan..." boyle bir seyler. Eksik, yerine oturmayan bir seyler var bu sabah.

Kulagimda da Sezen Aksu haykiriyor "ya olursa dersin hep bile bile" ve ben emin degilim ne kadar uyumlu butun bunlar. Butun bunlari dusunurken aniden robot gacinin sesi yankilaniyor tum melodileri bastirarak: "son durak Kizilay, inislerinizi lutfen kenar platformdan yapiniz"... Ben de hemen onumde duran deri montlu asi disiye uyarak kenar platform yerine orta platformdan iniyorum. Bu Ankara sabahi icin elimden ancak bu kadari geliyor...

Posted via email from Amma yedin be!

Pazar, Kasım 08, 2009

Müsvedde

Fotoğraflara baktın yine değil mi? Siyah ve beyaz olanlarına. Kadınlar ve erkekler gördün. Hatırlamaya çalıştığın ama hatırlayamadığın. Kendini seçebildin mi onların arasından peki? Oyun hamuru gibi kokuyor şu bozuk dimağın mübarek. Akşam akşam midemi kaldırdın. Parmaklarımı sokup mıncıklayıp yoğurasım geliyor beynini canlı canlı iken. Gözlerin de pek donuklaşmış. Aynaya baktığında, göz göze geldiğinde sen bile korkuyorsun değil mi?

Denize girdiğinde anadan üryan kaldığında anlıyordun özgürlüğün ne demek olduğunu. Bunu hatırlıyor musun peki? Mayonu bir hamlede sıyırıp parmak ucunda salladığın günleri? Ağır çekim hatırlamaya çalış. Tıpkı ölümün gibi. Ağır çekim. Bir ileri bir geri sar. Bir kare önce mutlu iken bir kare sonrasında mutsuz olduğunu anımsa. Tuzlu suyun kasıklarının arasından inip en mahrem yerlerine değdiği o anları hatırla. Fotoğraflarda yok bunlar, boşuna eline alıp alıp bırakma onları.

Bir koro hayal et. Herkes ama herkes büyük bir uyum içinde. Bir tek sen değilsin. Herkes bunun farkında ama farkında değilmiş gibi davranıyor herkes. Nasıl? Beterin beteri bir durum değil mi? Şu hale bak. Alnından iki üç damla ter damlayacak gayet sanatsal bir şekilde ama kırışık alnında oluşan Horst ve Graben'ler yüzünden gayet iğrenç bir manzara oluşturuyorlar. Sanki beynin dışarı fışkırıyormuş gibi. Kafa derindeki sebumla birleşip yağlı yüzünden aşağı akıyorlar. Akşam akşam midemi kaldırdın. Parmaklarımı sokup oyasım geliyor gözlerini canlı canlı iken. Ağzının etrafı da  pek kırışmış. Sanki birisi dikmiş gibi çuvaldız ile. Çok mu konuştun sen zamanında? Hatırlıyor musun bakayım?

En ufak bir gürültüde memnunsuz olduğun anları hatırla şimdi biraz da. Hani o burnunun en havada olduğu dönemleri. Eline kimsenin su dökemediği dönemleri. Bak! Bak! Nasıl da gülümsüyor o kırış buruş dudakların. Şimdi nasılsın peki? Geceleri nasılsın? Zifiri karanlığın uzatmalı nişanlısı sessizlik boy gösterdiğinde ne yapıyorsun peki? Üst kattaki komşunun tuvalete girmesini sabırsızlıkla bekliyorsun. Herif tüm boşaltım sistemini temizleyinceye kadar sıçarken çıkarttığı seslere sifonun sesini de ekleyince yüzün gülüyor değil mi? Kendi kendini ancak böyle kandırıyorsun. Yalnız değilsin güya. Etrafta başka ses kaynakları var iken yalnız olmaz değil mi insan?

Eski giysilerine baktın yine değil mi? Kahverengi ve yeşil olanlarına. Naftalin ve pas kokusunu duydun. Kendin de öyle kokuyorsun işte. Farkında bile değilsin değil mi? Yutman gereken haplarına, içmen gereken şuruplarına bir bak hele. Komodinin üzeri envayi çeşit ilaçla dolu. Kimyasalların bile senin kimyanı düzeltmeye yetmiyor. Düzeltmez çünkü zaafların gün kadar apaçık ortada. Suluboyanın su ile darmadağın olabileceği kadar açık ve net zaafların senin. Düşündükçe geberecek gibi oluyorsun değil mi?

Yüzüne yağan ilk karın değdiği yerde hissettiğin soğuk ile birlikte anlıyordun yaşadığını. Bunu hatırlıyor musun peki? Atkını hızlıca çözüp havaya doğru üflediğin anları? Ağır çekim hatırlamaya çalış. Tıpkı içine kapanışın gibi. Ağır çekim. İçinden çıkan havanın sımsıcak olduğunu anımsa. 36,5 derece Celsius. Fotoğraflarda yok bunlar, boşuna yırtıp durma onları!

Şimdi bana iyice bir bak. Gözüme bak, kapkara. Ağzıma bak, kıpkırmızı. Yüzüme bak, bembeyaz. Sence ben bir düş olabilir miyim? Bir sanrı? Bir hayal? Bir hayalet?.. Güldürme beni rezil! Müsvedde! Anladın mı benim kim olduğumu? Baştan anlatayım mı?

Posted via email from Amma yedin be!