Not: Yine Turkce karaktersiz bir yazi oldu. Sabah ise gelirken bir Metro vagonunda baslayan bir yazi...
Kulu bol grili bu sabah. Balgam kivaminda. Soguk iste tahmin edebileceginiz gibi. Sobalarin kuruldugu bir deniz kenari mahallesine ait olmali aslinda bu hava. Parke taslardan yururken derme catma evlerin bacalarindan tuten isli duman cigerlerinize islemeli. Koltuk altlarinda rulo yapilmis gazetelerle insanlar olmali. Oysa burada Metro vagonlarina dogru hummali bir kosusturmaca var. Yeni guz ve yeni Ankara iste bildiginiz gibi. Boyle bir sabahin insanlari uyanmislar da yola koyulmuslar, ve de ben. Acele ile tiras olmus vagonda uyuklayan abi. Sol favorisinin hemen altinda sig sayilabilecek derinlikte bir kesi, yavas yavas kapanmaya baslamis. Hafif parlak, kan kirmiziligi kalmamis, fumelenmis yag gibi duruyor. Tek bir hamle ile yapmis olmali. Gri guz Ankara sabahini dusunerek ya da olmak istedigi adam olamayisini ya da ozledigi bir seyi dusunerek yapmis olmali ya da tiras bicagini degistirme vakti gelmis. Emin degilim bu defa. Hemen onumde oturan abla da uyukluyor. Aksam dogramali bir sebze yapmis. Bas parmaklarinin iclerinden anladim. Bicak ile elde sebze dograyinca boyle cizikler olusuyor. Kafasinda iki tane ozensiz tutturulmus toka. Kucaginda bir kitap var, arka kapagi uste donuk, belli ki sakliyor merakli gozlerden, benden, okudugu kitabi. Arka kapakta soyle bir seyler yaziyor: "...o kalp seni cok sevdi, o kalp simdi talan..." boyle bir seyler. Eksik, yerine oturmayan bir seyler var bu sabah. Kulagimda da Sezen Aksu haykiriyor "ya olursa dersin hep bile bile" ve ben emin degilim ne kadar uyumlu butun bunlar. Butun bunlari dusunurken aniden robot gacinin sesi yankilaniyor tum melodileri bastirarak: "son durak Kizilay, inislerinizi lutfen kenar platformdan yapiniz"... Ben de hemen onumde duran deri montlu asi disiye uyarak kenar platform yerine orta platformdan iniyorum. Bu Ankara sabahi icin elimden ancak bu kadari geliyor...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder