Çam sakızı
Perşembe, Aralık 31, 2009
Anonim Bir Yıl
Salı, Aralık 29, 2009
"Hüzzam"
Download now or listen on posterous
Pazartesi, Aralık 21, 2009
İki ara da bir, dere de...
Download now or listen on posterous
Cumartesi, Aralık 05, 2009
Senin sonuna kadar...
Bu böyle sonsuza kadar devam edecektir.Daha doğrusu,Senin sonuna kadar...Not: Hediyelerin hepsi ya kırıldı ya da yakıldı. Bir şey kalmasın istedim...
Pazartesi, Kasım 30, 2009
İşaretli Yerden Kesmek
Senin kumaşına bakabildiler mi? Çünkü kullanım talimatlarımız mevcut seninle benim: Bakmaya gerek yok defalarca.Aynı.Zorda kalırsan işaretli yerden kesersin. Batmaz böylece...
Çarşamba, Kasım 25, 2009
The Triangular Disturbance
My oh my! What a forgotten friend.
What a fiend I am.
Forever tainted, with fractures, obscenity and encompassing:
All the "nothing" I have
and all the "nothing" I believeFor the whole subset of "once upon a time"s
I was reminded of the other day
Burning in circles
Like the stretched legs of a forgotten friend.
With no mercy.The slightest captured imagery of mine
I met the other day:
The day I found out that:
The first day I remember
Is the last day I'd ever.Necromantic greetings from the void:
All those with "rotten" flesh
and all the "rotten" memories of mine
Destined to be uncut and unrated
In its full glory.
In its entirety.I can still see it in its eyes.
What a forgotten chastity of mine:
Dia de los Muertos
Yes. I'd rather call it like that.
I'd rather call myself like that.
The latter one.I just want to hear it from you.
That's all.I just want to hear it from you.
Pazar, Kasım 22, 2009
Helmintik
Download now or listen on posterous
Önce gözlerimi kapattım
Sonra kulaklarımı 4 açtım
Sindirmesi kolay oldu
Çırpınmasaydı bir deKesmeden bilemezsin
Hayal kurarken canın acımaz çünküKendi kendime çelme taktım
Düşüp yerlerde ağladım
Sonra baktım etrafım çocuk doldu
Hepsi gülüştüler Doğru mu tüm bunlar?
Kravatınla kendini astığın doğru mu?Kitabın cildi bozuldu
Dağıldı sayfalar, dağıttım iyice
Asimetrik duruşumun bir nedeni varmış
Öpücük / tokat isteyen yanağımYaşanılan her anın
Kokusu ya da isi kalıyor derinde çünküPlanım bozuldu zaten
Önce yağmur yağacak sanmıştım
Sonra Güneş ile kuruyacaktım
Yağmuru dindiremedim benSerildin mi yere yoksa?
Kurutmuştum ben seni oysa...Kalbimin sürekli atması ilginç
Bu şehirde elektrik bile gidip geliyor
Ne kadar silersen sil, saklarsan sakla
Öte yanın daha fazlasını istiyor
Herkes üzerinden kör kör uçarken
El sallaman bir şeyi değiştirmez
Pazar, Kasım 15, 2009
Adsız
Not: Marilyn Manson'un "Untitled" isimli şarkısının sözlerini Türkçe'ye çevirdim. 1998'e doğru bir yolculuk yaptım. Meğer haklıymışım.
AdsızEn sonunda"Onlar"laştım
ve onlara öncülük ettimNe de olsa
hiçbirimiz gerçekten "İnsanlar" olarak değerlendirilemedikHor kullanılmıştık, otomatiktik ve Tanrı'daki "a" kadar boştukDuygularımı yeniden iliştirdim
Hücresel ve narkotikHollywood'un zirvesinden Dünya uzay gibi görünüyordu
Milyonlarca kapsül ve mekanik hayvanlar
Ölü yıldızlarla dolu bir şehir
ve "Koma Beyazı" dediğim bir kızBu benim sonum UntitledAt the end
I became "them"
and I led them After all,
none of us really qualified as "Humans" We were hardworn, automatic and as hollow as the "o" in God I reattached my emotions
Cellular and narcotic From the top of Hollywood it looked like space
Millions of capsules and mechanical animals
A city full of dead stars
and a girl I called "Coma White"This is my Omega
Perşembe, Kasım 12, 2009
Zatülcenp
Geberesiceler!
Bela saunasında kilitli kalıp şok havuzunda derin donasıcalar!
.
..
...
....
.....
......
.......
Konimi de hacıladılar zaten!- Ne? Zatülcenp mi olmuş?
- Oh be!
Çarşamba, Kasım 11, 2009
11 / 11
Pazar, Kasım 08, 2009
Müsvedde
Fotoğraflara baktın yine değil mi? Siyah ve beyaz olanlarına. Kadınlar ve erkekler gördün. Hatırlamaya çalıştığın ama hatırlayamadığın. Kendini seçebildin mi onların arasından peki? Oyun hamuru gibi kokuyor şu bozuk dimağın mübarek. Akşam akşam midemi kaldırdın. Parmaklarımı sokup mıncıklayıp yoğurasım geliyor beynini canlı canlı iken. Gözlerin de pek donuklaşmış. Aynaya baktığında, göz göze geldiğinde sen bile korkuyorsun değil mi?
Denize girdiğinde anadan üryan kaldığında anlıyordun özgürlüğün ne demek olduğunu. Bunu hatırlıyor musun peki? Mayonu bir hamlede sıyırıp parmak ucunda salladığın günleri? Ağır çekim hatırlamaya çalış. Tıpkı ölümün gibi. Ağır çekim. Bir ileri bir geri sar. Bir kare önce mutlu iken bir kare sonrasında mutsuz olduğunu anımsa. Tuzlu suyun kasıklarının arasından inip en mahrem yerlerine değdiği o anları hatırla. Fotoğraflarda yok bunlar, boşuna eline alıp alıp bırakma onları. Bir koro hayal et. Herkes ama herkes büyük bir uyum içinde. Bir tek sen değilsin. Herkes bunun farkında ama farkında değilmiş gibi davranıyor herkes. Nasıl? Beterin beteri bir durum değil mi? Şu hale bak. Alnından iki üç damla ter damlayacak gayet sanatsal bir şekilde ama kırışık alnında oluşan Horst ve Graben'ler yüzünden gayet iğrenç bir manzara oluşturuyorlar. Sanki beynin dışarı fışkırıyormuş gibi. Kafa derindeki sebumla birleşip yağlı yüzünden aşağı akıyorlar. Akşam akşam midemi kaldırdın. Parmaklarımı sokup oyasım geliyor gözlerini canlı canlı iken. Ağzının etrafı da pek kırışmış. Sanki birisi dikmiş gibi çuvaldız ile. Çok mu konuştun sen zamanında? Hatırlıyor musun bakayım? En ufak bir gürültüde memnunsuz olduğun anları hatırla şimdi biraz da. Hani o burnunun en havada olduğu dönemleri. Eline kimsenin su dökemediği dönemleri. Bak! Bak! Nasıl da gülümsüyor o kırış buruş dudakların. Şimdi nasılsın peki? Geceleri nasılsın? Zifiri karanlığın uzatmalı nişanlısı sessizlik boy gösterdiğinde ne yapıyorsun peki? Üst kattaki komşunun tuvalete girmesini sabırsızlıkla bekliyorsun. Herif tüm boşaltım sistemini temizleyinceye kadar sıçarken çıkarttığı seslere sifonun sesini de ekleyince yüzün gülüyor değil mi? Kendi kendini ancak böyle kandırıyorsun. Yalnız değilsin güya. Etrafta başka ses kaynakları var iken yalnız olmaz değil mi insan? Eski giysilerine baktın yine değil mi? Kahverengi ve yeşil olanlarına. Naftalin ve pas kokusunu duydun. Kendin de öyle kokuyorsun işte. Farkında bile değilsin değil mi? Yutman gereken haplarına, içmen gereken şuruplarına bir bak hele. Komodinin üzeri envayi çeşit ilaçla dolu. Kimyasalların bile senin kimyanı düzeltmeye yetmiyor. Düzeltmez çünkü zaafların gün kadar apaçık ortada. Suluboyanın su ile darmadağın olabileceği kadar açık ve net zaafların senin. Düşündükçe geberecek gibi oluyorsun değil mi? Yüzüne yağan ilk karın değdiği yerde hissettiğin soğuk ile birlikte anlıyordun yaşadığını. Bunu hatırlıyor musun peki? Atkını hızlıca çözüp havaya doğru üflediğin anları? Ağır çekim hatırlamaya çalış. Tıpkı içine kapanışın gibi. Ağır çekim. İçinden çıkan havanın sımsıcak olduğunu anımsa. 36,5 derece Celsius. Fotoğraflarda yok bunlar, boşuna yırtıp durma onları! Şimdi bana iyice bir bak. Gözüme bak, kapkara. Ağzıma bak, kıpkırmızı. Yüzüme bak, bembeyaz. Sence ben bir düş olabilir miyim? Bir sanrı? Bir hayal? Bir hayalet?.. Güldürme beni rezil! Müsvedde! Anladın mı benim kim olduğumu? Baştan anlatayım mı?Çarşamba, Ekim 21, 2009
Dinliyorum
Kulağımın içi kan, pas dolmuş
Ondan duyamamışım dediklerini
Serçe parmağımı tirbuşon misali daldırınca
Farkına vardım
Açıldı şimdi
Açıldım
Ses olmasa da olurdu ya...
Dinliyorum Başlamadan sen...Gazozu neyin cam şişeden içerdik eskiden
Teneke bir tek gürültüye yarardı
Şimdi gürültü olmadan dans edemiyorumTüm bunlara rağmen konuşacaksan buyur
DinliyorumOcağın altını kısmışım
Kapanmış nice sonra
Şimdi her yer bulanık biraz
Deniz yeşil, orman mavi
Bulut toprak, toprak beyazUykum geldi...
Pazartesi, Ekim 19, 2009
Fanus
Fanusum boş kalmasın diye iki balık almıştık
(Birisi diğeri için)
Farkına varmamışım
Su bulanmış
Balıklar ölmüş.
Tahta... Boyalı...
Alır mı acaba?
Bu yeni yıla mı bağlamalıyım umudumu
Yoksa bir sonrakine mi?Ya sen?
Hala düşünce burnuna kar hapşırıyor musun?Bebekler de hapşırıyor.
Yüzlerini çizmesinler diye
Eldiven giydiriyorlar bazen.
Ne saçma!
Ben parmaksız eldivenleri severim.
Bacaksızım bir de.
Ondandır belki.Yeterince ovalarsak
Tüm lekelerimiz birer birer silinirmiş.
Çillerimiz bile.Yaşasın!
Fanusun boş mu senin?Sıkıysa aynaya bakarken kendine tükür!
Bak aynayı batırınca annen nasıl kızıyor!
Perşembe, Ekim 15, 2009
Süper Çocuğun Ölümü
Her şeyin bir seveni var benim haricimde.
Her nesnenin.
Arabesk.
İçe dönük.
Pelesenk.
Ben: Herkes için bir oyuncak, bir gazete, bir film ya da bir fotoğraftan çok da fazlası olamayan bir nesne.
İşin komik tarafı da bu vakte kadar fena halde pohpohlanmış olmam:
"Süper çocuk!"Şimdi sizin yerlere göklere sığdıramadığınız çocuk, ben, kendi başıma kendimi dilimledim az önce.
Duruyorum şimdi.
Alkış.
Belli ki yine yeni bir "aferin" bekliyorum sizden.
Var mı sorusu olan?
Abiler ablalar teyzeler amcalar?İki çift lafa tav oldum.
Olurum ben.
Kısa süreli geriye sarmalar.
Erimiş bant geriye sarılmaz, dolanır, yapışır, saçmalar, boğuklaşır.Mikrofondan gelen ses kimin?
Ya aynadaki yansıma?Yeri geldi ince oldum.
Uzattığım eller havada kalmaz sandım, bal gibi de kaldı.
Pohpohlandım etraflıca. Çağırdınız geldim. Mutlaka soracak bir sorunuz oldu.
Mutlaka bir cevap beklediniz.
Yeri geldi maharetli oldum, yeri geldi zeki, yeri geldi çalışkan, yeri geldi uslu, yeri geldi deli, yeri geldi adam oldum. Rol torbasından çekip çekip başımdan aşağı saçılınca ister istemez zahiri şöhretler yarattım kendime. Satılık iki kulak.
Satılık iki göz.
Satılık bir ağız (takım dudak, damak dahil).
Satılık bir gırtlak.
Satılık bir Adem elması.
Satılık bir çift kaş.
Muayyen.
İnce çıkma.
Akşam pazarı. Siz süper dedikçe boşaldı.
Eridi, bitti, kül oldu.
Küstü.
Hiç olmadığı kadar küstü.Siyahı kim sever ki?
Moru? Maviyi?
Ne biçim bir kombinasyon bu?
Bu ne biçim bir karnaval?Plastikten bağlar bunlar.
Size ait.
Basit, adi plastik.
Kanser.Tüh!
Ölak, tüh!Hatırlamak oldu işim çoğu zaman.
Hatırlanmak ancak masallarda.Bir çocuktan daha tehlikeli olan çocuğun istediklerini alamamasıdır. Çocuk dediniz, ben fark edemedim.Yükleme "kimi" sorusunu sorduğunuzda aklınıza ben geldim.
Ama hiç özneniz olmadım aslında.
Gizli bile olsa.
Ne hikmetse farklı kıldınız.Süper çocuktan geriye kalanlar!
Satılık bir boyun.
Satılık parmaklar.
Kollar ve bacaklar.
Satılık bir gövde.Kırmızı.
En kanlısından.
Nar gibi.
En belliydim. Beni belli ettiniz. İşaretlediniz belki de.
Alfa.
Beta.
Bir.
İki.
Gözlerim maviden yeşile döndü.
Saçlarım kıvırcıktan yeme maruluna.
Şimdi dökülmeye başladılar.Pohpohlarınızla, yalanlarınızla ve gazınızla büyüyen bir çocuk.
Şehrin çocuğu.
Şer.
Endirekt.
Şunun bunun arkadaşı.
Şunun arkadaşının arkadaşı.
Bunlar oldum.
Asla direkt olmadım.Denizi bildim, rüzgarı bildim.
Kendimi oralarda bir yerlerde rahat hissettim.
Sonra konuşmaya çalıştım, anlatmaya, aktarmaya.
Sus!
Yeter artık!
Meta ilan edildim.
Meta zoru.
Zor oldum en sonralarda.Süper çocuktan geriye kalanlar!Kalp yok!
Boştu orası hep!
Boş!Kof!
Salı, Ekim 13, 2009
Beklerler Şimdi...
En son ne zaman geri dönüş noktası aldım hatırlayamasam da esen rüzgarlarla beraber geri dönüşün uygun ve kolay olacağını tahmin ediyorum. Ne de olsa "liebe ist für alle da" öyle değil mi geberik negatifler?
Internet alemi alem. Alem demek pek de doğru değil aslında. Gördüm, bizzat izledim bazı örnekler. Harbiden dibimde varmış meğer. Çok mudur acaba? Bir çağrı, bir mesaj, tam 12'den, tahtaya? "Oradan tahtaboşa"? Bakalım neler olacak ama karanlık çökünce daha bir güzel oluyor, mumlar vesaire... Tahtaboşu aydınlatan mumlar... Eriyen, ergimiş mumlar... Soracağım öylesine fazla soru da yok aslında bu geri dönüş ile ilgili. Soru sormaktansa hareket etmek lazım biraz. İsteyen var ise vereceksin. İsteyen deryaymış, denizmiş meğer. Diyorum ya... Tam 12'den, tahtaya isabet! Zakkum söylerdi de dinlerdim "everything's comin' up roses" derdi sayın Yusuf Demirkol, hatta "everything will flow"... Meğer öyle değilmiş aslında. Geri dönmek gerekmiş. Yani belli başlı bazı şeyler var. Ağız açmadan, hareket etmek lazım. Şimdi neticede biz 24 saatin kaçını ayık geçiriyoruz o önemli. Geri kalan, salyalara, horlamalara ve tıslamalara maruz kalan saatlerde neler olur neler. Hayal hayal nereye kadar değil mi sapına kadar negatifler? Aynı kanallardan bahsediyorum, aynı koltuklar, aynı mumlar, aynı tablolar belki de. "Pazara gidelim, bir şey alalım, pazara gidip bir şey alıp n'apalım?" Onlarlaymış da haberim yokmuş. Meğer çok erişilebilirmiş. Hırdavat reyonu, temizlik reyonu, bahçe reyonu gibiymiş meğer. Bir daha bir daha derken sabah olacakken hayallere ne gerek var? Alan memnun, veren memnun. İsteyen deryaymış, denizmiş meğer. Hayret! Boğazlı kazakların, yandan taramalı saçların hüküm sürdüğü vakitlerden bahsediyorum. Internet alemi harbiden alem. Gerçek Dünya'da göz bu, kayar elbet. Aman zemin ıslak! Bir çağrı, bir mesaj ya da bir e-posta ve tüm köpekler ulusun, bağırsınlar! Willy Wonka gibi, Frank'n'furter gibi... Hani bir şey seçip "işte bunda en iyiyim" diyebilenler var ya. İmrenirdim. Meğer ne gerek varmış. Belli yani, benim hangi arenada "en iyi" olduğum. Belliymiş. Alemmişim de haberim yokmuş. Kontrol bendeymiş meğer. Meşhur olabilirim her an. Kırmızı halılar falan... (Belki beyaz halıları ben kırmızı yaparım, kimbilir?) Geri dönüş saatlerin geri alınması gibi bir şey değil. En azımdan benim açımdan öyle değil. Spiralden aşağı da olabilir, yukarı da olabilir. Toprağı bol olasıca Freud! En Sigmund'undan... Bunları da dile getirmiş miydi acaba? Yok canım! Analog saat dediğin parmakla geriye gider. Ama ben? Öyle sıradan değil. Tahtaboşa toplayım önce. Varmış ya bir sürü. Toplayım hele! Sonra oradan tahta falan... "Today is like tomorrow" / "We can build a new tomorrow today"(Dönüşün ta kendisi işte... Ben demedim, demişler... Beklerler şimdi...)
Pazartesi, Ekim 05, 2009
Alınıyor musun ey güzel hemşehrim, söyle, alınıyor musun?
Perşembe, Ekim 01, 2009
Mubeccel'e Gaz
"Mubeccel de pire gibi kizdir."
"Ah o Mubeccel yok mu! Ates gibidir."
"Eli bir cabuktur ki."
"Okusaymis alim olurmus."
"Zehir gibi valla!"
"Cayimizi kurabiyemizi eksik etmez hic!"
"Hakkini aramasini bilir."
"Tuttugunu koparir." Cogu zaman boydan yana da talihsiz olan bu Mubeccel, rotarder freni olmaksizin aile efradinin verdigi bu bilimum gazlarla kendini topac sanarak gezinmeye baslar. Ne bileyim iste metro vagonundan ilk cikan olabilmek icin iter, kakar insanlari. Bir hirka mutlaka vardir uzerinde ki cekistirip goguslerini kapatabilsin. Saclar daginik, yoluk yoluk ama mahalledeki diger "abla"larin yaptigi gibi ya tuhaf bir tokayla ya da kalemle toplanmaya calisilmis. Her ottutturucu laf ve hareket sonrasinda saclarini tekrar elden gecirir, goguslerini orter ve sakizini patlatir. Varsa agziin kenarlarindaki beyaz tukuruk kalintilarini tek elin bas ve isaret parmaklarini "check isareti" yaparak temizler. Hele bazen ev isinden bunalip belediyelerin el isleri kurslarina katilanlari var ki bunlarin tam akillara zarar oluyorlar. Hayir gercekten "iyi ki okumamissin be guzel ablacigim" diyesi geliyor insanin. Hafif boyle bir irite oldum, yazayim istedim. Var cunku boyle tipler. Ne diyecegini sasiriyor insan. Pek bir gaz bu kadin, bu Mubeccel. Ates gibiymis...
Çarşamba, Eylül 30, 2009
Teknik Açıdan İhlal Edil! Sonra Yeniden Başla!
Kendine bir kullanıcı adı seç!
Bir avatar bul!
Renk seç!
Bir teman olsun!
Para ver ki seni daha özel yapsınlar!
Palyaço ol!
Seni boyasız palyaço yapsınlar!
Kirpik taksınlar!
Götündeki kıllar gibi kirpikler taksınlar!
Benlerini aldır!
Benliğini aldır!
Starbucks'a git!
Gloria Jean's Coffees'e git!
Tribeca'ya git!
İki gram kahveye en aşağı 5 TL öde!
Götünü kaldırsınlar!
Geri dönüşümlü peçeteler!
Daha az ağaç kestiren el yakmama aparatlarından kullan!
Fındık aroman unutulsun!
İtiraz et!
Heyt be!
Müşteriye bak!
"Özür dileriz efendim, yenileyelim" dedittir!
Senden büyük yok buralarda!
Sadrazamın testislerinden fırla!
Çok çikolatalı keklerden ye!
Zorda kalırsan kekele!
Yabanmersinleri ye!
Bilmesen bile ye!
Biliyormuş gibi görün!
Yeme yedir!
Dışarı taşanları iyice yedir!
Üstüne, başına, ağzına yedir!
Göğüslerini dik gösteren sütyenlerden kullan!
Aletini seksersiz yaptıran cihazlara yerleştir!
Masaj koltuklarına otur!
Masaj kaltağı ol!
Mesaj kaygın olsun!
Kısa mesaj at!
Kısalt!
Hapı yut!
Zayıfla!
Hapı yut!
Güzelleş!
"Anı, gözü dağıttı" desinler!
Köpek al!
Balık al!
Tavşan al!
Sokağa at!
Kendini de at!
Kullan at!
Bir kullanımlık bunalım fahişesi ol!
Ertesi gün savaşçı kesil!
Kablosuz alana gir!
Sonra sana girsinler!
Daha hızlısını seç!
En hızlısını!
En acısızını!
En yalancısını!
Yalan ol!
Milyonlardan birisi ol!
Kolay ol!
Üç al!
İki öde!
Öc al!
Götünü yırt!
Duyur sesini!
Öyle ya da böyle yap bir şeyler!
Çabuk ol!
Bir alan adın olsun!
Seni alan olsun!
Senin adın olsun!
Teknik ol!
Teknik açıdan ihlal edil!
Termostatın olsun!
Isınınca at!
Isın ve at!
Isır ve at!
Hiç olmamış gibi farz et!
Sünnet ol!
Sünnet et!
Sonra yeniden başla!
Sonra yeniden başla!
Sonra yeniden başla!
Sonra yeniden başla!
Sonra yeniden başla!
Sonra yeniden başla!
Sonra yeniden başla!
Salı, Eylül 29, 2009
Sinop Turu: Ankara'da Doğup Büyüyen Bir Sinoplunun Gözünden Sinop
Ankara’da doğup büyüyen ama Sinop’u asla ihmal etmeyen bir Sinoplu olarak Sinop’u merak edenlere, görmeyenlere dilim döndüğünce tanıtmaya başladığım yeni bir site hazırladım. Bu sitedeki her bir kelime, her bir fotoğraf, her bir yorum, benim gözümdeki Sinop’u merak edenlere anlatacaktır.
Çarşamba, Eylül 23, 2009
Elbezlerinin ve yünden el ile uzun zaman içinde, provasız örülmüş süveterlerin hüküm sürdüğü dönemlerde olmak
En çok elbezlerinin ve yünden el ile uzun zaman içinde, provasız örülmüş süveterlerin hüküm sürdüğü dönemlerde olmalıyım gibi geldi birden bugün bana. Soğuktan yanaklarımın parça parça kızardığı, terden ense saçlarımın lüle lüle olduğu dönemlerden bahsediyorum. Ağı sökülmüş pijama altım ve üst bantları vida ile tutturulmuş kan kırmızısı, klasik Ceyo terliklerimin vazgeçilmezim olduğu dönemler. Evvelden biraz önce hani...
Dokuz, on, onbir, oniki, onüç ve ondört
Onbeş, onaltı, onyedi ve onsekiz
Ondokuz, yirmi, yirmibir, yirmiiki ve yirmiüç
Yirmidört, yirmibeş, yirmialtı ve yirmiyedi
Yirmisekiz ve yirmidokuz...
Cuma, Eylül 04, 2009
Forward = "Sana gelen bana gelsin oy oy..."
Hiç bir e-posta "forward" ederken aklınıza geldi mi? Aslında "forward" etmek şu dizelerle bütünleşiyor:
Başka kimim var
Sana gelen, bana gelsin oy oy...
Perşembe, Eylül 03, 2009
"Bana bir adet bol razpberiyli fra'puçihnoğ lütfen. Grandey boy olsun."
Bugün Starbucks Bilkent Center'a yolumuz düştü öğle yemeğini müteakip. Sırada böyle boylu poslu endamlı mendamlı (evet evet güneş gözlüklerini geçici olarak kafalarının üstüne koyan tiplerden) bir plaza insanı (tam ama bu tanıma uyuyor, ne bir milim eksik ne bir milim fazla).
Çarşamba, Eylül 02, 2009
"...'Cos Everyday Hurts a Little More and I'll Do Anything, Yes I'll Do Anything to Belong, to Be Strong, to Say There's Nothing Wrong..."
Yine ayni yerde kaza yaptim
Hala birinci sarki caliyordu
Hala birinci sarki caliyordu
Bu sozcukleri bize yazdim
Bu sozcukleri bize yazdim
Yine ayni yerden kesik yaptim
Perşembe, Ağustos 27, 2009
Havuzda Badem Korkusu...
Bundan tam bir gün önce (52 dakika içinde yetiştirebilirsem şayet...) bir haber gözümün nuruna çarpmıştı. "Denizde Badem Korkusu" adı altında. Böyle sarıcacık bir gacı nasıl bir ifadeyle bakıyordu anlatamam. Zeytinli ciabatta ekmeği çarpsın ki kızancık adeta Alfred'im Hitchcock'umun film afişlerinden fırlamış gibiydi. Bir de onu teselli eden başka bir gacı vardı. Neyse efendim, habere geri dönelim. Bu başlığa bakınca önce dedim herhalde sonunda Badem grubunun içten içe zırvaladığını kabul eden sahil sakinlerimiz bir çeşit protesto düzenlediler, denizin içine Badem'in ikinci albümünün bantını çalan bir MC Hammer tarzı teyp attılar da planktonlara neyin zeval geldi!
Meğer öyle değilmiş. Haberi hala tam okumamakla birlikte Badem'in bir fok olduğunu ve kafesini parçalayarak kaçtığını öğrendim. İşte bizim kızancıklar ve oğlancıklar hayvanı sevmeye mi kalkmış, pipisine mi gülmüşler orasını tam anlamadım, hayvan kontür atak ile cevap vermiş (en combobreaker cinsinden - öptüm sizi Mortal Kombat severler) işte feryat figan ortalıkta bir kaçışma olmuş. Hatta olaydan sonra azıcık üstte olanlar deklarasyon neyin yapmışlar Badem'e yüz vermeyin, ellemeyin gayrı diye. Geleleim benim havuz indüksiyonuma... Bugün bizim havuzda yine rutin turlarımızı yapar iken böyle soldan soldan nasıl bir dalgalanma oldu anlatamam. Sanki bir dikdörtgenler prizması içindeyim de, bu prizmayı bir altın madencisi tutuyormuş da, altını elemek için sağa sola savurmuş da... Anlayın işte... Fena bir sarsıntıdan sonra böyle bir de yalayıcı dalgalar ve artçı dalgalar silsilesi üzerimize geldi. Burundan girip genize değdi feleğine yandığımın klorlu suları. Sonra biraz sonra ayıp gözlerimi açınca (niye kapadıysam, gözümde A sınıfı bir gözlük var halbuki) ne göreyim Badem üstümüze geliyor. Bayılmışım...Ayılırken bağırıyormuşum "Havuzda Badem Korkusu", "Bademmmm", "Baaaağğğğddeeeeeyyyğğğğmmmmmkkkkrrrrrhhhh!"... Sonra fark ettim ki senin benim gibi bir sapyenmiş. O kadar dalgayı buncacık havuzda nasıl yarattı bilemiyorum ama sarı gacıya hak vermemek elde değildi. Hemen turlarımızı tamamlayıp oradan uzaklaştık. Hala şaşkınım, hala dikenlerim tüy tüy... Açıklama bekliyorum!Tüh be! Fena kandım! Oysa başlığı okuyunca ne de sevinmiştim be!
27 Ağustos 2009 saat 12:30 civarı Hurriyet Internet sitesinde gezinirken gözüme öyle bir çarpmıştı ki başlık ve yanındaki küçük resim... İçeriği okuyunca azıcık haliyle yine...
Salı, Ağustos 25, 2009
B.Ç.B! (Boğul Çocuk Boğul)
Havuza girdiğimde farklı alemlere gidiyorum. Su altında daha fazla kalabilsem keşke... Bedenimi her seferinde daha da derine gönderiyorum, farklı basınçlar altında ezilip büzülen sinüs dolgularım yunus seslerine benzer sesler oluşturuyor. Bazen deliklerimden fırlıyor keratalar hatta. Ben de kimsenin görmediğine emin olduktan sonra elimle savıyorum etrafımdan doppler doppler... Onlar da ahenkle dans ediyor... Tıpkı çılbır gibi, yumurtanın sıcak suya dalınca kaskatı kesilip imleç ile döndürülen Autocad nesnesi olduğu an gibi.
Her bir kulaç beni uzun zaman önce okuduğum ve sevdiğim bir kitaptaki bir karaktere daha da yakınlaştırıyor: istiridye çocuk. Onun melankoli dünyası. Sonbahar geliyor ya hani, havuzu çevreleyen duvarlar arasındaki kapının altından üfüren uyarı rüzgarları. Bone altındaki kafamı üşütüyor. Hoşuma gidiyor aslında bu his, farklı alemlere gidişimi kolaylaştırıyor. Su altında her şey daha özgür. Deniz gibi değil havuz, havuzu parsellemiş canlılar yok. Sadece havuz var, siz varsınız, biz varız işte. Klor atomlarının derimdeki gözeneklerini çevreleyişini hissedebildiğim için böyle yazıyorum yoksa klorun kafa yaptığından falan değil ha! Soyunma odası seansını müteakip yaptığımız kısa muhabbet neticesinde (100. Yıl - Vatan Bilgisayar önü arası takdir edersiniz ki kısa) kaptanım beni Vatan Bilgisayar önündeki dolmuşuma teslim ediyor. (Bugün hemen geldi dolmuş mesela. Daha hemen geldiği zamanlar da oluyor ama bu böyle daha güzel bir geçiş oldu. Sanki DVD'nin bir katmanından diğer katmanına geçerken filmde yaşanan hafif duraksama gibi. Bilmem anlatabildim mi?) Dolmuşumuz boş yine bu akşam. Yalnız kalçaları iki adet 10 TL'lık Trabzon ekmeğinin (yenicek döndük sayılır ya doğu Karadeniz turundan, biliyorum fiyatları hani) yanyana gelmesinden oluşmuş bir ikona görünümü sergileyen bir teyzem vardı ki sormayın. A.Ş.T.İ.'de inerken beni ezdi ezdi de Fora Gemlik ekstra zeytin ezmesine çevirdi. O inince tüm dolmuş sessizliğe büründü. Meğer o, torunları ve biz (ben ve 2 kişi) varmışız da o kadarmışız. Her havuz sonrasında olduğu gibi uykulu gözlerle yolları yalayan bir şoför eşliğinde sürülen bir dolmuş yolculuğu daha bitiyor ve ben yine Ankamall üst geçidinde iniyorum. Ben üst geçide tırmandıkça şehir benden uzaklaşıyor. Sonra ben şehre, trafiğe, ışıklara, uykululara ve uykusuzlara tepeden bakıyorum. Havuz dibinde düşündüklerim altıma geliyor, sonra üfüren rüzgardan daha şiddetlisi kurumuş klor kokusunu burnuma burnuma yaklaştırıyor ve her zamanki gibi hapşırıyorum. Sen misin sinüslerini basınç ile taciz eden! Sonra Ankamall kapanmak üzereyken rutinimi tamamlamaya başlıyorum. Ankamall'un Emniyet Sarayı'na yakın kapısından girip Koçtaş kapısından çıkmak üzere yola koyuluyorum. Bu sefer köfteci bey yok, mısırcı da... Belli ki ramazan hepsini incecik dizmiş. Ama dolmuşlar var yine, dolmuşçular da... Gölbaşı müdavimleri her daim dolduruyor dolmuşları. Ben yine kapıdaki güvenlikçiye sırt çantamı ve telefonumu uzatıyorum. O da artık uyuşmuş elleriyle şöyle bir mıncıklıyor kirli çamaşırlarım, ıslak mayom ve bonemi barındıran çantamı. (Çantam kardeşimin aslında. Amerika dönüşü fazla eşyalarını tıkıp yerlerde sürüdüğü çanta. Epey eşya alıyor dürzü! Akordeon gibi açıldıkça açılıyor.) Aslında güvenlik köprüsünden geçerken (sormayın, her geçişte kendimi önemli sanıyorum, kral gibi, çıplak kral gibi) ötüyorum çünkü kulağımda kulaklık ve onun bağlı olduğu portatif kişisel müzik çalarım var. (Markası önemli değil ama şöyle bir ipucu vereyim: Havva'nın Adem'in de başını yaktığı o meyve ile bağlantılı!) (Bu arada... Kulaklarımda Jonsi ve Alex'ten "Riceboy Sleeps" albümü çalkalanıyor ve beni havada süzülen, fırından taze çıkmış kek dumanı gibi sürüklüyor...) Neyse işte ötüm ötüm ötüyorum sonra hızlı adımlarla her zaman ziyaret ettiğim yere gidiyorum: giriş kat tuvaleti. Pisuvarım beni özlemiş, idrarımı içmek için sabırsızlanıyor. Ben onu kıskandırmak için önce diğer pisuvarlara doğru gidiyorum, o ağlamaya başlıyor (kendi kendine sifonu çekiyor şemiko) sonra ben fazla uzatmadan ona gidiyorum ve havuzda yuttuğum ve kısa Henle kulplarımdan geçmiş suları boşaltıyorum ve pisuvarıma "iyi akşamlar" dedikten sonra hemen yola koyuluyorum. Ankamall'da (muhtemelen her yerde) hala tencere setlerinde kapaklar (tencerelere ait olan) ayrı parçalar olarak sayılıyorlar. Örneğin 3 tencere kapaklarıyla birlikte 6 parça tencere seti olarak satılıyor. Gülüyorum. (Altım kuru, keyfim yerinde...) McDonald's'a uğrayıp en büyüğünden buzlu bir Coca Cola Zero alıyorum kendime. 3 lira 15 kuruş kendileri. Dev gibi. Anca yeter bana. Mesanem yeni boşalmış ve yolum azıcık uzun olduğuna göre, içerim diyerek alıyorum. Başlıyorum pipete yükseltmeye meyan köklü zararlı likidi. (Hey gidi Toricelli, kulakları çınlayasıca... Hatta sinüsleri...) Rahat bir 10 dakika alıyor bir baştan bir başa yürümek Ankamall'u. Sonra çıkıyorum işte kapıdan. Azıcık yürüdükten sonra bok kokulu dere karşılıyor beni. Buram buram... Akköprü bana ben ona eşlik ede ede geliyorum eve. Sonra hemen havuzu özlüyorum ama. Havuz başka canım. Farklı alemler diyorum, basınç diyorum, kulaç diyorum... "Elma isteyen var mı?" diyorum, annem karpuz kestiğini söylüyor. Bekleyim öyleyse. Malum yaz demek karpuz demek. Karpuz demek daha fazla sidik demek. O süper boy kola, karpuz, su derken ben sabahı sabah ederim veletler. Size güzel güzel akşamlar hatta geceler olsun... (Hafif bir rehavet çöktü bak birden üstüme üstüme, biraz Taschen kitaplarına bakayım bari. Epeydir bakmamıştım...)Ne diyordum? Havuz dibinde makro ve mikro alemlere gitmek güzel. Öyle şişelerden sıvı içip ne idüğü belirsiz keklerden yemeye de gerek yok. Üstelik göbeğimi içime çekmek zorunda da kalmıyorum. Her şey çok rahat.... Herkes sağır, herkes dilsiz ve baloncuk üretebiliyor (K.O.B.İ. destek kredisi almadan yapılan bir üretim)...Pazartesi, Ağustos 24, 2009
Dolmus Guncesi
(Bu yazida Turkce karakterler eksik, yok. Yerlerine Ingilizce karakter(siz)ler durmus. Ne de olsa "we're from America, where we eat our young", oyle degil mi?)
Tamam. Kontrol bitti. Simdi kampusteyiz. Isler kesat dolmusta bugun. Musteri yok pek... Herkes ikili uclu dortlu koltuklara tek tek oturmus, herkes cam kenarinda. Herkes cam kenarina bayiliyor oysa ki golge olan kisim koridor kismi. Cam insana neler yasatiyor acaba? Herkes sol tarafta ip gibi dizilmis, bir tek ben tek basima sag taraftayim.Benim gibi rutin dolmusa binen bir cocuk var, o da hep muzik dinliyor benim gibi. Yeni fark ettim, kulakliklarini degistirmis, kulak kepcesini kavrayan cinsten almis. Rahat mi acaba?Her neyse veletler... Geldim yazimin sonuna. Bu yazi hepinize benden bir Pazartesi gunu armagani olsun kuzucuklarim. Uverturu baska, bitisi baska oldu ama olsun. Hepimiz ortaya karisik bir sey severiz. Karisiktan zarar gelmez zaten. Dolmus gunceleri boyle zincirleme zincirleme surer gider, ben yeri gelir yazip paylasirim, yeri gelir kendime saklarim. Yasamak lazim veletler. Goz yakmayan sampuan gibi...
Cuma, Ağustos 21, 2009
Yüksek tansiyon
Eskiden mandalina çıkacak diye içim hop hop ederdi. Kilolarca yerdim sonra...
"Oğlum kemikleri emsene. İlik en güzel yeridir. Yazık ediyorsun. Cık cık cık..."Salı, Ağustos 18, 2009
Çarşamba, Ağustos 12, 2009
Seni Ancak Suya Bakarken Sevebiliyorum
Sevebiliyorum
Ocağın altını kapattın mı?
Şubatın karını küredin mi?
İz bırakacaksın çünkü...
İstemeden de olsa.
Her şey bittikten sonra
İlaçlarını alacak mısın?
Genç değilsin ya artık...
(Geç değil henüz ancak!)
Ölmüşsün de dirilmişsin!
Neyse ki ben biliyorum:
Korkunun başlangıcı için
Basit bir sevinç yeterlidir.
Ölmüşsün de dirilmişsin!
Derini bir kez daha giymeden
Karanın üzerine çıkabildin mi?
Beyazın çoğuna kanayabildin mi?
İz bırakacaksın çünkü...
İstemeden de olsa.
Her şey bittikten sonra
İnanacak mısın?
Çocuk değilsin ya artık...
(Erken değil mi henüz ancak?)
Salı, Temmuz 28, 2009
Deli Fişek
Gündoğrusundan sersemlemiş dalından ayrı gelincik yaprakları kadar umarsız olduğum zamanların olacağına inandığımdan yaşıyorum ya...
Biliyorum ya bu mevsim bahar ya peşi sıra gelen; ya ben dönüyorum kendi eksenimde ya da ekseriye döndürüyor bir şey beni yerden yere ya...
Haydi bakalım deli fişek...
Bir sonraki basışımda toprağa beni gömmeye gelenlerin sahte suratlarına tükürecek kadar isyanın kurduğu otomatik civcivlerin müdavimi olabileceğimi bildiğimden kem küm içinde tutulmamdan çekinmiyorum ya...
Emzirmeden sağılmış sarıkızın boynundan vazgeçmeyen, bileyinden medet uman kör bıçak kadar acımasız olduğum zamanların olacağına inandığımdan yaşıyorum ya...
Biliyorum ya bu gün yağarsın yağmur ya kısalan günlerden birinde; ya ben sönüyorum kendi ışığımda ya da ekseriye söndürüyor bir şey beni hepten ya...
Haydi bakalım deli fişek...
Perşembe, Temmuz 16, 2009
ERASE MOI
Çarşamba, Temmuz 15, 2009
Kıvamsızlık
Cuma, Haziran 26, 2009
Doğum Günü: Bir İlacın Yan Etkisi
Perşembe, Haziran 18, 2009
Tuhaf Bir Rüya
Salı, Haziran 16, 2009
Her Gün... Yoksun...
Salı, Haziran 09, 2009
Clowns Do Have Faces of Their Own
Pazartesi, Mayıs 25, 2009
Bir Delik Açsam Düzelecekmiş Gibi Her Şey
Arsızlandığın kadar var mıyım?
"Sığar" dediğim yere sığar mısın?
İnanamadıklarıma inanır mısın?
Ellerim olmasa da tutar mıyım seni?
Saatlerim kadar sayılı mıyım?
"Geber" dediğim an biter misin?
Kovamadıklarımı vurur musun?
Birim olmasa da sayar mıyım seni?
Sorularla yüzdüğün bu beden
Ardında bir yatak beş cesetten
Kaçan bir nefret aslında...
Sabırsızlandığın kadar var mıyım?
"Kere" dediğim kere çalar mısın?
İmitasyon meleklere inanır mısın?
Terbiyem olmasa da sever miyim seni?
Eserlerim kadar azılı mıyım?
"Isır" dediğim an öper misin?
Vuramadıklarıma vurur musun?
Yüzüm olmasa da arar mıyım seni?
Rendeleyerek aşındırdığım bu alın
Kat be kat kazınmış yazısından
Korkan bir tuval aslında...
Şimdi içimde bir isyan var
Şimdi içimde bir isyan var
Şimdi içimde bir isyan var
Şimdi içimde bir isyan var
...
Bir delik açsam düzelecekmiş gibi her şey
...
Sonra o delikten beslenirim belki
Sonra o delikten beslenirim belki
Cuma, Mayıs 15, 2009
Kahpe Kağıt Bebekler...
Çarşamba, Mayıs 06, 2009
SA:AT
Bir masa başında.
Bir başıma değilken.
Oysa sadece ikram var sanmıştım.
Kahveden, çikolatalı kekten.
Berbat bir sesi var,
Çalışırken.
Baskı balata gibi,
Beynime yapışıp yapışıp geri çekilen.
Genizden geri zaten hep anlarım,
Yutamadıklarım.
Denizden derim,
Akamıyor telef olasıca,
Ayağa kalksam bile.
Üstüme yapıştı zaman zaten,
Bir bu saatin göstermediği kalmıştı.
Gösterildikçe hoşuna mı gidiyor ne?
Kafeste kerata gibi,
Gözleri oyulup oyulup
"Karanlık işte bu" denilen
Kuş gibi.
Bir ile başlayıp
Oniki ile bitiyor bu da.
Diğerleri gibi.
Şerri titreten bir sesi var.
Zamanı gösteremeyesice.
Sadece söz vermişlerdi.
Çikolatadan, baldan.
Bahsetmişlerdi.
En son söz verdiğimde
Canını yakmayacaktım...
...Söz verirken bile yanması gerektiğini biliyordum...
(Zaten tutamayacaktım)
Pazar, Nisan 19, 2009
Gel
Ali: Neden cennet?
Emmi Kurowski: Hmm... Sadece istediğim bir şey.
Yarım yamalak sanmışsın sen bak şimdi
Bırak gel hadi
Yanlış anlamışsın
Ocağı söndürmüşsün
Yıkamamışsın
Bıldırcın yumurtalarını kaynattığımız kabı yıkamamışsın
Kireç kireç üstünde
Yıkanmamışsın
Saçların zamk
Zift
Bulamaç
Gözünde hep değerli belirmiş istediklerin
Oysa değiller
Yalan
Ben dokundum
Ben hissettim
Değerli değiller
Sadece eskiler
Gelmiş
Görmüş
Ve geçirmişler
O kadar!
Şimdi kendine gel hadi
Şimdi kendinle gel hadi
Uzun zamandır laflayamadık
Peynir gemileri
Yüzdüremedik
Koşamadık
Dalak, ciğer ne varsa artık
Patlayıncaya kadar koşamadık
Beyaz plastik çizmeler bul bize de gel
Kirlenelim
Islanalım
Seni yıkayalım
Ölü yıkar gibi
Seni yıkayalım
Pul bul bize
Yollanalım o yerden bu yere
Hayal meyal hatırlıyorum yüzünü
Zaten ne kadarını görebiliyorum
Olması gerektiği gibi
Çoğunu
Şu kafa var ya şu kafa!
O tamamlıyor işte
O ya da bu şekilde
Bir şekilde
Ama yine de gel sen hadi
Otomobiller altında kalan güvercinler gibiyim
Yine de gelmelisin
İki uzun duvar
Sonsuz boylu selvi selvi
Arada dar yol
Asfalt
Otomobiller geliyor, geçiyor
Biz, hep güvercinler
O duvardan bu duvara kışkırtılıyoruz
Otomobiller eziyor haliyle
Gel birlikte ezilelim
Yarım yamalak kalmışsın sen bak şimdi
Bırak gel de ezilelim hadi
Dilin mi kesik ne?
Rüyaların mı siyah beyaz?
Sıkmamışsın
Hala atar bir umut
Kurumasın diye sıkmamışsın
Atar toplar arasında
Sıkılmamışsın